Paranormal Olaylar

Ana Sayfa Gizli İlimler Paranormal Olaylar Yaşlanmayan Adam: Simya Ustası Fulcanelli

Yaşlanmayan Adam: Simya Ustası Fulcanelli

Yaşlanmayan Adam: Simya Ustası Fulcanelli
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Paranormal Olaylar Yorumlar : 0 Okunma : 12428 Beğen : 0

1954′teki son buluşmalarında Cansaliet, ustası Fulcanelli’nin olduğundan çok daha genç göründüğünü fark etti. Oysa, Fulcanelli 100 yaşını geçmiş olmalıydı. Yoksa, ebedi yaşamın sırrını mı bulmuştu?

FRANSA’DA FULCANELLİ ADI, bir simya ustasının geleneksel takma adı olarak herkes tarafından kabul ediliyor. Bugün kalkıp Vendée’deki Terre-Neuve Şatosu’na gidecek olursanız, size süslü bir “simya şöminesi” gös­terirler. Sonra da Fransız rehber, bunun, Fulcanelli’nin Les Demeures Philosophâtes adlı kitabında sözünü ettiği şömine olduğunu söy­ler. Üstelikte, Fulcanelli’nin kim olduğunu açıklamaya bile gerek görmez.

Altın yapma izni

Gizli kuvvetlere ve simyaya inanan İngilizler ise, Fulcanelli adını ilk kez 1963 yılında duydular.Çünkü Louis Pauwels ile Jacques Bergier’in, The Dawn of Magic (Büyünün Şafağı) adlı kitapları o yıl basıldı. En çok satan kitaplar listesinin birinci sırasına oturan bu kitap, Ful­canelli ile yapıtlarının daha yaygın biçimde tanınmasını sağladı. Fulcanelli’nin ilk başya­pıtı Le Mystère des Cathédrales’in ise İngilizceye çevrilmesi için aradan sekiz yıl daha geçmesi gerekti.

Kitapların ikisinde de Fulcanelli hakkında şaşırtıcı yeni bilgiler vardır. Örneğin ikinci kitapta, Fulcanelli’nin öğrencisi Eugene Canseliet cüretli bir iddiada bulunuyordu. Canseliet, Üstad’ın kendisine 1922′de çok az miktarda simyasal “telkin pudrası (tozu)” verdiğini ileri sürüyordu. Ayrıca, onun 100 gram kurşunu altına dönüştürmesine izin vermişti. Canseliet, kitabın giriş bölümünü yazan Walter Lang’a, deneyi Sarcelles’deki gazhanede yaptıklarını da söyledi. Bu akla gelmeyecek mekânda yapı­lan deneyin iki de tanığı vardı: Sanatçı Jean-Julien Champagne ve Gaston Sauvage adlı genç bir kimyacı.

Şimdi Terre Neuve Şatosu’ nda (üstte) bulunan “simya” şöminesi (altta). Fulcanelli, kitabında, şöminenin üstüne yazılmış olan Latince “Nascendo quotidie morimur” düsturunu “Doğmakla, günbegün biraz ölmeye başlarız” diye çeviriyor. Ayrıca, bunun, hem simya sürecinin çeşitli yönlerine, hem de bunların yol açtığı iddia edilen ruhsal değişimlere işaret ettiğini öne sürüyor.

Fulcanelli yaşlanmıyor

Canseliet, ayrıca Lang’a yazdığı bir mektupta Fulcanelli ile son kez birlikte çalışmalarından da söz ediyordu: “Üstad daha o vakit çok yaşlı bir adamdı, ama kesinlikle seksen yaşında gös­termiyordu… Otuz yıl sonra onu tekrar görecek­tim. O sıralarda da elliden fazla göstermiyordu. Yani, olsa olsa benim yaşımda gibiydi.” 1981 yılında 80 yaşında olan Canseliet, daha sonra da, Üstad’ı ile bir kereden fazla gizlice buluştuğunu da iddia etti. Ona göre, Fulcanelli hâlâ yaşıyordu.

Fulcanelli uyarıyor

Pauwels ve Bergier’nin de kitabında Üstad’la karşılaşma ihtimali ortaya atılıyor. Bergier, 1937 yılı Haziran’ında (yani New Mexico’da yapılan ilk atom bombası deneyinden sekiz yıl önce) etkileyici, ama esrarlı bir yabancının yanına yaklaştığını iddia ediyor. Adam, Bergier’den o sıralarda yanında çalıştığı ünlü fizikçi Andre Helbronner’e bir mesaj götürme­sini istiyor. Artık, nükleer enerjiden yararlan­manın eşiğinde olduklarına göre, bu yeni buluşun taşıdığı tehlikeler konusunda, bilim adamlannı uyarmayı görev saydığını da ekli­yor. Eski çağlardaki simyacılar (kendi kendile­rini yok eden eski uygarlıklar da) böyle gizli bilgileri elde etmişlerdi. Yabancı, uyarısına kulak asılacağını hiç ummadığını, ama yine de kendini buna zorunlu hissettiğini ifade etmiş. Bergier, 1978 Kasım’ında ölene kadar bu esrarlı yabancının Fulcanelli olduğu konusun­daki inancını yitirmedi.

Bergier’in başından geçenlerin bir sonucu olarak, daha sonra yerini CIA’in aldığı Ameri­kan Stratejik Hizmetler Dairesi, 1945 yılında ikinci Dünya Savaşı sona erince Bergier’i bul­maya çalıştı. Nükleer fizik hakkında, önceden bilgisi olanların düşman ülkelere iltica etme­sini önlemek için, hepsini ele geçirmek çabasındaydılar. Ne var ki, Fulcanelli bulunamadı.

1963te basılan ve en çok satan kitaplar listesinde bir numaraya çıkan “The Dawn of Magic’in yazarları Louis Pauwels (üstte) ve Jacques Bergier (altta), ingiliz okurlara Fulcanelli’yi ilk tanıtan yazarlar olmuşlardı. (Bu kitap, Türkiye’de “Evrenin Gizli Sahipleri” adıyla yayımlandı.)

Gümüşü uranyuma çevirdi

Bizzat Fulcanelli’nin kendisinin gerçekleştir­diği, diğer bir değişim olayına yönelik bir iddia daha var. Bu olaydan sonra, şimdi Utah’ta, Salt Lake City’de çalışan modern bir simyacı söz ediyor. Asıl adı Albert Riedel olan, Frater Albertus Spagyricus, 1911 yılında Almanya’nın Dresden kentinde doğdu. Eski bir iç dekoratör olan Frater Albertus, şimdi gittikçe gelişen Paracelsus Koleji’nin (Utah Parakimya Ensti­tüsü) başında bulunuyor. Kolej, 1960 yılında Paracelsus Araştırma Derneği olarak kurul­muştu. Düzenli olarak simya konusunda semi­nerlerin düzenlendiği kolejin yetkilileri, simyayı Ortaçağ’ın dışına çıkarmayı amaçlıyorlar.
Frater Albertus, The Alchemist of the Rocky Mountains (Kayalık Dağlan Simyacısı) adlı kitabında (1975) Fulcanelli’nin 200 gram kur­şunu altına, 100 gram gümüşü de uranyuma çevirdiğini öne sürüyor. Aynı yıl, yani 1937′de, Bergier’in de esrarlı yabancıyla karşılaştığı akla geliyor. Albertus’a göre bu deney, Bogur-ges yakınlarındaki Lere Şatosu’nda meydana geldi. Deneye, şatonun sahibi Pierre de Les-seps ile isimleri bilinmeyen iki kişi bir kimyacı ve bir jeolog tanık oldular.

“Budalaların altını”

Albertus, Fulcanelli’nin 400 gram erimiş kur­şuna “bilinmeyen bir madde” eklediğini, bunun üzerine de kurşunun aynı ağırlıkta altına dönüştüğünü söylüyor. Daha sonra Ful­canelli aynı işlemi gümüşe de uygulayarak, benzer miktarda uranyum elde etmiş. Bilinme­yen maddenin ne olduğu sorulunca, Fulcanelli, fazla düşünmeksizin bunun, ‘budalaların altını’ denilen demirli pirit, yani bir demirli sülfit FeSs olduğunu söylediği öne sürülüyor.
Sonraları, Frater Albertus’dan bilgi kay­naklarını belirtmesi istendi. Ancak bir asistan, kibar bir cevapla, Frater Albertus’un ne yazık ki çok meşgul olduğunu bildirdi. Albertus’un dersleri ve konferans programı çok yüklü olduğu için, ayrıntılı kişisel cevaplar vermesi olanaksızdı. Yine Frater Albertus’a göre, 1937′ deki değişim olayından sonra Fulcanelli orta­dan kaybolmuştu.
Bu tarihten sonra Fulcanelli ile temas kur­duğunu iddia eden tek kişi, sadık öğrencisi Canseliet’dir. Canseliet, Üstad’ı ile İspanya’da, son derece olağandışı koşullar altında karşılaş­tığını öne sürdü.

Başka bir boyutta buluşuluyor

Eğer, Fulcanelli Canseliet’in dediği gibi 1920′li yılların sonlarında, 80 yaşındaysa, İspanya’ daki buluşmada Üstad simyacının 100 ila 110 yaş arasında olması gerekir. Canseliet’in o tarihte İspanya’ya gittiğini Gerard Heym de doğruluyor. Heym, Simya ve Eski Kimyayı İnceleme Derneği’nin kurucu üyesi ve derneğin dergisi Ambix’in de Yazı İşleri Müdürü’dür. Çoğu kişinin gözünde, gizli güçler konusunda Avrupa’nın önde gelen bilim adamlarından biri olan Heym, Canseliet’in kızıyla dost olmuş. Böylece, Canseliet’in pasaportuna bir göz atma olanağı bulmuş. Heym, pasaportta 1954 yılı için bir İspanyol giriş-vizesi damgası gördüğünü söylüyor.

Yine de, Canseliet’in İspanya’ya nasıl çağ­rıldığını ve orada neler olup bittiği konusu, esrarını koruyor. Heym, gizli güçler konusuyla uğraşan Walter Lang’a, bu konudaki izleni­mini anlatmış. Ona göre, Canseliet’e norma-lüstü bir şekilde, büyük bir ihtimalle gaipten haber alma yoluyla, bir mesaj geliyor. Canseliet’in, 1981′de hâlâ simya araştırmaları ile uğraşan ve isminin gizli kalmasını isteyen bir arkadaşı ise, şunları söyledi: “Bana Fulca-nelli ile nasıl karşılaştığını ayrıntılarıyla anlattı. Bu karşılaşma başka bir boyutta, ya da bu tür buluşmaların mümkün olduğu bir noktada mey­dana gelmiş.”

Cinsiyetsiz bir adam

Daha sonraki soruşturmalar, Canseliet’in Seville kentine gittiğini ortaya çıkardı. Sim­yacı, uzun ve dolambaçlı bir yoldan dağda büyük bir şatoya götürülmüş. Sonradan bura­sının gizli bir simyacılar kolonisini barındırdı­ğını anlayan Canseliet, böylesine esrarlı koşullar altında eski Üstad’ını burada bir kez daha görmüş.
Ancak durumun, simya felsefesini ve bunun mistik yönünü bilmeyenler için şaşırtıcı bir yanı daha var. Fulcanelli’nin garip bir dönüşüme uğradığı söyleniyor. Çift cinsiyetli gibiydi. Yani hem kadın, hem erkek özellikleri taşıyordu.

Canseliet, yakınlarına (sıradan ziyaretçileri kabul etmediği gibi, aldığı mektuplara cevap yazmaya da yetişemiyor), Fulcanelli’nin bir kadın görünüşüne sahip olduğunu söyledi. Simya ilmi literatüründe Hayat İksiri içmenin yan etkileri sonucu ortaya çıkan fiziki değişim­den söz edilir. Eğer iksir, başarılı sonuç verirse, içen kişinin saçlarının, dişlerinin ve tırnakları­nın döküldüğü söylenir. Sonra da bunlar yeni­den, ama daha genç, daha düzgün olarak çıkar, yüz hatları neredeyse cinsiyetsiz bir özellik kazanır.

Olanlar unutturuldu

Gerard Heym’e göre, Canseliet İspanya’dan döndüğünde başına gelenleri pek hatırlamı­yordu. Hatta Heym’e kendini, hipnotizma uygulanmış gibi hissettiğini söyledi. Böylece gördüklerini ve duyduklarının ayrıntılarını unutması amaçlanmış olabilirdi.
Ne gariptir ki, Canseliet, Büyük Eser’in üçüncü aşamasına, yani taş ve iksir imal etmede kusursuzluğa ulaşamadığını itiraf etmişti. Üstelik de, saygın bir simya yazarı ve bilim adamı olmasına karşın, esrarlı Fulcanelli ile olan işbirliğinden kişisel bir çıkar sağlamışa benzemiyor.

EK:

Simyacıların, Büyük Eser’i tamamlama yolundaki tek hedefleri, sadece adi maden­leri altına dönüştürmek değildir.Hatta, yal­nızca ebedi gençliğe kavuşmak da değildir. Çünkü simyacılar, simya sürecindeki her aşamayla birlikte bu işi yapan kişide de ruh­sal bir değişiklik göründüğüne inanırlar.Simya sanatının sırrı, “solve et coagula” yani “ayır ve birleştir” vecizesiyle ifade edi­len ilkede yatar. Bu vecize, simya sürecinin fiziki yanının doğru bir tanımlamasıdır. Her aşamada, bir maddenin çeşitli karakteristik­leri sıyrılıp alınır, üzerinden yeni, daha soylu bir madde oluşturulur. Ruhsal yönden bu, daha iyi, daha saf bir hayata doğru “yeniden doğuş”un izlendiği bir “ölüm” anlamına gelir. Bu kavrama, birçok dinde de rastla­nır. Örneğin Aziz Paul, dindarlara “Günah içinde ölüp erdemliliğe doğru yaşamaya” öğüdünde bulunulur.Büyük Eser’in son aşamasında “Kral, kutsanmış kraliçesi ile aşk ateşinde yeniden birleştirilir.” Simyacı da, kadınla erkeğin kusursuz bileşimi olan o kusursuz varlık, ilahi çift cinsiyetli (kutsal cinsiyetsizlik) halini alır.

Kaynak: Bilinmeyen Dergisi, Sayı:54



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi