Mürcıe (Mürcie) Mezhebi

Mürcıe (Mürcie) Mezhebi
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : İslam Tarikat/Mezhepleri Yorumlar : 0 Okunma : 12297 Beğen : 0

Bu firka, büyük günah isleyenin mü’min sayilip sayilamayacagi hususunda tartismalarin çogaldigi bir dönemde ortaya çikmistir. Bunlara göre kafirlikle birlikte yapilan itaatin hiç bir faydasi olmadigi gibi günah islemenin de imana her hangi bir zarari olmayacagini ileri sürerler. Büyük günah isleyen kisinin durumunun kiyamet gününde Allah’a birakildigini beyan etmisler ehli sünnet vel cemaat alimlerinin bir çogu ile pek çok noktada birlesmislerdir. Hatta görüslerinin aynen ehli sünnetin görüsleri oldugu ortaya çikar.

Bunlar Hz. Osman zamaninda ortaya çikmis ayrışmadan uzak durmuslardir. Hz. Ali ile Muaviye arasindaki meydana gelen savaslar hakkinda hiç bir görüs ileri sürmemislerdir. Sa’d bin ebi vakkas Abdullah b. Ömer, Imran b. Husayn bu cemaattendirler. Çarpisanlarin durumunu Allah’a havale etmislerdir.

Bir kisim alimler Mürcie mezhebini iki kisima ayirmistir.

a) Sünnete tabi olanlar
b) Bidatlara uyanlar: Ki bunlar mürcie ismi bunlara mahsustur.

İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkıp ılımlı ve uzlaşmacı fikirleriyle tanınan itikadi ve siyasi fırka.

Mürcie kelimesinin “ertelemek, sonraya bırakmak” anlamına gelen irca’ veya “beklenti içinde olmak, ümit etmek” manasındaki reca’ kökünden geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüşse de kelimenin, asli harflerinin sonuncusu hemze olan irca’dan türemiş olduğu fikri tercih edilmektedir. Bunun yanında, asli harflerinin sonuncusu vav olan reca’ kökünden irca kalıbında kullanıldığında birinci anlamın değişmediği konusunda da ittifak vardır (Lisanü’l-ǾArab, “rcǿe”, “rcv” md.leri). Çeşitli tanımları yapılan Mürcie, siyasi ve itikadi bir fırka olarak Hz. Osman ve Ali başta olmak üzere, büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah’a bırakıp, manevi sorumlulukları Hakkında fikir beyan etmeyen topluluklara verilen ortak bir isimdir. Bu arada “amelleri niyet ve inançtan sonraya bırakanlar”, “büyük günah işleyenlere ümit verenler” veya “imanı sırf dille ikrardan ibaret görenler” şeklinde tarifler yapılmışsa da bunların imanla ilgili fikirleri sebebiyle Mürcie’yi karalamak amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır.

Mürcie’nin ortaya çıkışında etkili olan sebeplerin başında Harici zihniyeti, Emevi-Haşimi çekişmesi, Emeviler’in politik ve ekonomik siyaseti, kentleşme sürecinin doğurduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal problemler yer almaktadır. Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra gelişen olaylar, Cemel ve Sıffin savaşları, Hakem Vak‘ası, ayrıca büyük günah işleyenleri ve kendi dışındaki müslümanları tekfir eden, devlet geleneğine sahip bulunmayan ve medeni hayata alışmamış olan Hariciler karşısında bütün müslümanların eşitliğini ve medeni hayatı savunan ılımlı ve uzlaşmacı bir zihniyetin doğması kaçınılmaz bir sonuçtu. Bu durumda karşıt bir grup niteliğinde Arap olmayan müslümanların temsil ettiği zihniyetin adı Mürcie olmuştur.

Emeviler yönetimi ele geçirince iktidarlarını meşrulaştırma yolları arayarak kendilerinin Allah’ın takdiriyle hilafete geldiklerini ve O’nun hükmünü icra ettiklerini, bu sebeple idareye yönelik isyanın Allah’a karşı yapılmış olacağını iddia ettiler. Bu durum müslümanlar arasında ırk ayırımı telakkisini yeniden gündeme getirdi. Emevi halifelerinin Araplar’la mevaliye farklı muamelede bulunması Arap olmayanların zaman zaman ayaklanmasına sebep teşkil etti; vali Haccac b. Yusuf yüzünden birçok zahidin de katıldığı Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as isyanına ortam hazırladı.

Hz. Osman döneminden itibaren meydana gelen iç çatışmalardan uzak duran, Cemel ve Sıffin savaşlarında İslam ümmetinin birliğini bozmamak düşüncesiyle taraflardan hiçbirinin yanında yer almayan üçüncü bir grup bulunuyordu. Böyle bir tavrı ilk defa, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra Medine’ye dönen ve şüpheciler (şükkak) olarak anılan gazilerin ortaya koyduğu görülür. Bunların kanaatine göre ayrılığa düşen grupların hepsi güvenilen ve doğruluğu kabul edilen kimselerdir. Bu gruplara karşı nefret duymak, kendilerine lanet etmek mümkün değildir. En doğru hareket onların durumlarını Allah’a havale etmektir (İbn Asakir, s. 504). Bu tavır İbn Sa‘d’ın, “İlk Mürcie Hz. Ali ve Osman’ın manevi sorumluluğu Hakkında hüküm vermeyip bunu erteleyen, onların iman veya küfürlerine şahitlik etmeyen kimselerdir” şeklindeki sözlerine tamamen uymaktadır (eŧ-Ŧabaķāt, VI, 308). Benzer bir tavır, siyasi çekişmelere karışmayanlarla (Naşi el-Ekber, s. 16-17) Hz. Osman tarafından çeşitli görevlere getirilmeleri dolayısıyla “Osmani” diye bilinen (Mes‘udi, II, 361), aralarında Abdullah b. Ömer, Sa‘d b. Ebu Vakkās, Muhammed b. Mesleme ve Üsame b. Zeyd gibi sahabilerin bulunduğu tarafsızlarca da ortaya konmuştu. Bunlar başlangıçta Hz. Ali’ye biat etmekten kaçınmış, ancak daha sonra biat edip ehl-i kıbleye Kılıç çekmeyi reddetmiştir.

Yukarıdaki anlayışı benimseyenler içinde Abdullah b. Ömer başta gelmektedir. İlk Mürcii fikirlerin oluşma dönemi onun hayatının sonlarına doğru (60/680’li yıllar) başlamıştır. Kaynaklarda ilk Mürcii fikirler olarak ele alınan pek çok görüşle ilgili tartışmaların İbn Ömer’in şahsında düğümlendiği görülür. Şam, Mısır ve Basra’da da mevcut olmakla birlikte tarafsızlar grubunun yoğunlukta bulunduğu yer Mekke ve Medine idi. Bu cereyan Hz. Hasan’ın hilafeti Muaviye’ye devretmesiyle daha da güçlenmiştir. Çünkü bu olayın ardından Ali taraftarları ve pek çok kimse Muaviye’ye biat etmiş, ilim ve ibadetle meşgul olmaya başlamıştır. Tarafsızların çeşitli münasebetlerle gerek Ali’ye gerekse Muaviye’ye verdikleri cevaplar incelendiğinde onların taleplerini kabul etmeyip yanlarında yer almamaları, ortaklaşa vardıkları bir kararın sonucu olmadığı gibi siyasi hareketlere iştirak edip etmeme konusunda o devir alimlerince takip edilmiş bir hareket tarzının da bulunmadığı görülür. Bu tutumları sonraları irca fikrine dönüştürülebilecek bir düşünceye dayanıyordu. Bu sebeple Naşi el-Ekber, Nevbahti, Sa‘d b. Abdullah el-Kummi ve İbn Asakir başta olmak üzere pek çok müellif Mürcie’nin tarih sahnesine çıkışını Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından meydana gelen iç savaşlara kadar götürmektedir. Ancak bunlar Mürcie’nin doğrudan temsilcileri değil ilk nüvesi kabul edilebilir. 72’de (691) telif edilen Salim b. Zekvan’ın Sire’si ve birkaç yıl sonra kaleme alınan Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin Kitabü’l-İrcaǿı ışığında değerlendirildiğinde Mürcie’nin doğuşunun 60-75 (680-694) yılları arasında gerçekleştiği söylenebilir. Çünkü Muaviye’nin başlatmış olduğu Ali’yi lanetleme ve Osman’ı övme kampanyası pek çok kimsenin tepkisine yol açtığından I. (VII.) yüzyılın ortalarından itibaren her ikisi Hakkında irca nitelikli bir düşünceye sahip olmak siyasi bir tavrın işareti haline gelmiştir. Buna göre Mürcie, İslam toplumunu tehdit eden Harici zihniyetine, Emevi-Haşimi çekişmesine, Emeviler’in Hariciler’le diğer muhaliflerine karşı acımasız davranışlarına ve mevaliyi küçük görmelerine, özellikle de müslümanların birbirini öldürmesine tepki olarak doğmuş, uzlaşmacı ve birlik taraftarı siyasi bir fırkadır.

Mekke ve Medine’de yaşayan müslümanların Hz. Ebu Bekir ile Ömer’e temayül gösterdiği bir atmosfer içinde ortaya çıkan Mürcie teşekkülünden hemen sonra toplumun her kesiminden büyük destek görmüş, Emeviler döneminde yayılmaya başlamış ve pek çok alimin mezhebi haline gelmiştir. Emeviler devrinde bu düşünce mensupları arasında Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye gibi kelamcılar, Haris b. Süreyc gibi kumandanlar, Said b. Cübeyr gibi müfessirler, Hammad b. Ebu Süleyman gibi fakihler, Muharib b. Disar ve Sabit Kutne gibi şairler yetişmiştir. Özellikle Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin Basra, Mekke, Kufe ve diğer büyük şehirlere gönderdiği Kitabü’l-İrcaǿ adlı eseri mezhebin fikirlerinin yayılmasında önemli rol oynamıştır. Bu arada Emevi-Haşimi iktidar çekişmesinden bunalan Arap asıllı müslümanlar ile mevali arasında bu düşünceler büyük ilgi görmüştür. Emevi yöneticileri, Havaric ve Şia gibi iktidarı ele geçirmeye yönelik bir amaç gütmeyen Mürcie mensuplarının faaliyetlerine engel olmamış ve onları çeşitli görevlere getirmekte sakınca görmemiştir. Kendilerini ilme veren mezhep mensupları daha çok Horasan ve Maveraünnehir’de yürütülen fetih hareketlerine katılmıştır. Emeviler döneminde Mürciiler’in desteklediği siyasi hareketler Abdurrahman b. Muhammed b. Eş‘as (81/700), Yezid b. Mühelleb (101/719), Zeyd b. Ali (122/740 dunyadinleri.com ) ve Haris b. Süreyc (127/745) isyanlarıdır.

Mürcie, Emevi halifeleri arasında en büyük desteği Medine valiliği devrinden itibaren Ömer b. Abdülaziz’den görmüştür. Ömer b. Abdülaziz halife olunca Kufe’den Avn b. Abdullah, Musa b. Ebu Kesir ve Ömer b. Zer’den oluşan Mürcii heyeti onunla irca fikrini tartışmak üzere Şam’a gelmiş, görüşmeden sonra Ömer b. Abdülaziz’in bu fikri benimsediğini iddia etmiştir (İbn Sa‘d, VI, 313). Diğer taraftan Ömer b. Abdülaziz, yeni müslüman olan kimseler adına Horasan ve Maveraünnehir’de Mürcie’nin yürüttüğü mücadeleyi anlatmak üzere Şam’a gelen heyetin şikayetlerini dinlemiş ve onlara destek sözü vermiştir. Bunun üzerine bölgedeki mevaliden haraç ve cizye kaldırılmıştır (Taberi, II, 1353-1355, 1507). Onun ölümünün ardından tekrar cizye ve haraç alınmaya başlanınca bazı Mürciiler bu uygulamayı protesto etmek için toplanan halkın yanında yer almış, bunlardan Ebu Sayda ve Sabit Kutne yakalanarak hapsedilmiştir (a.g.e., II, 1507-1510). Mevaliye eşit haklar sağlamak amacıyla yapılan bu hareketler neticesinde bölgede toplu ihtidalar gerçekleşmiştir. Valilerin kötü yönetimlerine ve ekonomik politikalarına karşı başlatılan hareket Mürcii Haris b. Süreyc tarafından devam ettirilmiştir. En önemli desteği Aşağı Toharistan, Cuzcan, Faryab, Talekān ve Belh’ten alan Haris’in hareketi köylüler tarafından destekleniyordu (a.g.e., II, 1569, 1583).

Ebu Müslim-i Horasani’nin sürdürdüğü ilk dönem Abbasi politikasını Mürciiler, Emevi zulmüne son vereceği ümidiyle desteklemişti. Ancak onun da aynı şeyi yaptığını görünce muhalefet ettiler. Ardından Mürcie, Horasan’daki Harici ve Şii tehlikesine karşı Abbasiler tarafından desteklenmiş, bölgede pek çok makam onların eline geçmiştir. Baştan beri diğer mezheplerkadar siyasetin içine girmeyen Mürciiler, Abbasiler’in politikasını kabul etmemekle birlikte resmi görevlere tayinleri ve inanç konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları sebebiyle eski başarılarını sürdürememişlerdir. Mihne devrinde bazı Mürciiler devletin resmi politikasına destek verdikleri için Bağdat, Horasan ve Maveraünnehir’de Mu‘tezile ile aynı çizgide telakki edilmiştir. Abbasiler’in ilk yıllarında ve daha sonraki dönemlerde Belh, Nişabur, Rey, Herat, Semerkant, Buhara ve Fergana Mürcie’nin faaliyet gösterdiği merkezler haline gelmiştir. Öyle ki Belh’ten Kufe’ye ilim öğrenmeye gelenlerin özellikle Ebu Hanife’yi ve onun öğrencilerini tercih etmeleri sebebiyle buraya Mürciabad (Mürcie’nin kalesi) deniliyordu (Ebu Bekir Abdullah b. Ömer el-Belhi, s. 28; Bezzazi, II, 515).dunyadinleri.com Abbasiler devrinde bu bölgelerde Mürcie’nin manevi lideri Ebu Hanife’dir; bundan dolayı Mürcie denince Ebu Hanife ve taraftarları akla geliyordu. Kendisinden sonra Irak’taki öğrencileri onun daha çok fıkha dair görüşlerini sürdürürken Belh, Rey, Nişabur ve Semerkant’taki Mürciiler hem fıkhi hem itikadi fikirlerini devam ettirmeye çalışmışlardır. Bölgede temelde Mürcii akideye bağlı Rey’de Neccariyye, Nişabur’da Kerramiyye, Semerkant’ta Matüridiyye olmak üzere ortaya çıkan üç ekol arasında sadece Matüridiyye Ehl-i sünnet çizgisinde varlığını sürdürmüş, diğerleri zamanla ortadan kalkmıştır.

İtikadi ve siyasi Görüşleri

İtikadi, siyasi, fıkhi ve tasavvufi konularda pek çok görüş ileri süren Mürcie daha çok iman nazariyeleriyle dikkat çekmiştir. Kaynaklarda onlardan bahsedilirken daima bu iman nazariyeleri üzerinde durulmuştur. İman hususunda Havaric ve ehl-i hadis karşısında yer alan Mürcie diğer konularda kendi aralarında ayrılığa düşmüştür.

1. İtikadi Görüşleri

Mürcie’nin imanın tarifiyle ilgili fikirlerini üçe ayırmak mümkündür. Birincisine göre iman kalpte gerçekleşen marifet veya tasdiktir. Mürcie’yi etkilediği kabul edilen Cehm b. Safvan ve taraftarlarına göre iman yalnızca Allah’ı, peygamberlerini ve O’ndan gelen her şeyi bilmektir, marifet dışındaki şeyler iman değildir. Küfür ise Allah’ı bilmemektir. İman ve küfrün her ikisi sadece kalpte bulunur (Eş‘ari, s. 132; Ebü’l-Hüseyin el-Malati, s. 149). Bazı Mürciiler, imanı sözlükteki anlamını esas alarak sırf “tasdik” şeklinde tanımlamıştır. Buna göre kalp ve dil ile tasdik gerçekleşmemişse iman da yoktur. Bişr b. Gıyas el-Merisi ve taraftarları bu fikri benimsemiştir (Eş‘ari, s. 140). İkinci görüşte iman “Allah’ı ve O’ndan gelen her şeyi toptan kalp ile tasdik, dil ile ikrar etme” şeklinde tanımlanır. Bu tanım, genel olarak Ebu Hanife ve taraftarlarının oluşturduğu Kufeli fakih ve zahidlere ait olup Mürcie’nin çoğunluğu tarafından benimsenmiştir (Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 141). Üçüncü görüşe göre iman sadece dil ile ikrardan ibarettir. Muhammed b. Kerram ve mensuplarınca benimsenen bu görüş imanı kalbin tasdiki değil dilin ikrarı, küfrü ise Allah’ı dil ile inkar etme olarak anlar (Eş‘ari, s. 141; Ebü’l-Hüseyin el-Malati, s. 151 dunyadinleri.com ). Mürcie’nin iman tariflerinin hiçbirinde amel imana dahil edilmemiştir. Bu tarife göre imanın amellerle artmayacağı, günah işlemekle de azalmayacağı fikri ısrarla savunulmuştur. Sadece Hüseyin b. Muhammed en-Neccar imanın artacağı fakat eksilmeyeceği görüşündedir (Eş‘ari, s. 136). Mürcie’ye göre müminden iman vasfı yalnızca küfürle ortadan kalkar. Bir şahsın aynı anda hem mümin hem kafir olması mümkün değildir (Ebu Hanife, el-Vasiyye, s. 73). Bütün müminler iman konusunda birbiriyle aynı olup birinin diğerine üstünlüğü yoktur (Ebu Hanife, el-Fıkhu’l-ekber, s. 70; Eş‘ari, s. 139); yani günahkarları da salih amel işleyenleri de iman konusunda eşittir (Ebu Abdullah el-Halimi, I, 80). Kişi amellerinde kusur etse de imanı bakımından gerçek mümindir ve onun imanı meleklerin imanından farksızdır (Ebu Hanife, el-alim ve’l-müteallim, s. 39).

Mürcie, büyük günah işleyenlerin dünyadaki durumu ile ahiretteki durumunu ayrı ayrı ele alır. Kıble ehlinden büyük günah işleyenler imanları dolayısıyla mümin, büyük günah işledikleri için de fasıktır. Böylelerinin akıbeti Allah’a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Büyük günah işleyenin fasık olmakla beraber gerçek manada mümin olmaya devam ettiği fikrini, “Küfürle birlikte iyi ameller fayda vermediği gibi imanla birlikte kötü ameller de zarar vermez” şeklinde formüle ettikleri için (İbn Hazm, IV, 205; Şehristani, I, 162; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzi, s. 87) bu söz Mürcie’nin tanımı diye kabul edilmiştir. Halbuki burada anlatılmak istenen şey kişinin küfre girmemesi hususudur. Günah işlememiş veya günahından tövbe ederek ölmüş olan kimse cennetlik, kafir olarak ölen de cehennemliktir. Bu sebeple büyük günah işleyen kimselerin cennetlik veya cehennemlik olduğuna hükmedilemez. Bu fikir sonraları Ehl-i sünnet’in bütün çevrelerince temel görüş olarak kabul edilmiştir.

2. Siyasi ve Fıkhi Görüşleri

Mürcie mensupları arasında, Emeviler’e karşı gerçekleştirilen isyanlara ve diğer siyasi hareketlere katılma konusunda ortak bir tavrın bulunmadığı görülmektedir. Tarafsızlar denilen geniş tabanlı bir grup içinden çıkmış olmaları siyasi hadiselerde yer alıp almama konusunda farklı eğilimlerin oluşması neticesini doğurmuştur. Bu hususta rivayet edilen hadislerden hareketle siyasi olaylara karışmayanlar arasında haksız tarafla mücadelenin şart olduğunu ileri süren, devlet başkanına itaati telkin eden ve uzleti seçen üç eğilimin varlığı tesbit edilmiştir (Hatipoğlu, s. 41). Bununla birlikte haksız tarafla mücadeleyi şart koşanların ağır bastığı ve kaynaklara daha çok onlarla ilgili haberlerin yansıdığı görülmektedir. Müslümana Kılıç çekmeye karşı olan Mürcie, yöneticilerin zulüm ve işkenceye başvurduğu durumlarda bu esasa bağlı kalmayarak onlara tepkisini göstermiştir. Mürciiler, yöneticileri küfrü gerektirmeyen bir sapıklık içine düşmüş mümin ve müslüman diye kabul etmeyi sürdürmüş, bunlardan teberri etmiş, hatta bazan biatlarını bozmuşlardır (Salim b. Zekvan, vr. 161-162). Şii kaynaklarından gelen bazı bilgiler dolayısıyla Mürcie Emeviler’in destekçileri gibi görülmüş, ancak Salim b. Zekvan’ın Sire’si ve diğer dokümanların yayımlanması ile bu kanaat değişmeye başlamıştır. Çünkü Salim’in belirttiğine göre Mürcie, Muaviye’yi eleştiren ve onunla dostluğu haram kılan bir gruptur. Emevi halifelerini meşru saymakla beraber onların zulmüne ve haksızlıklarına karşı susmamıştır. dunyadinleri.com Mürcie’nin Emeviler’le ilişkilerinde tek bir siyasi tavır belirlediğini söylemek mümkün değildir ve bütün Mürciiler’i, Emeviler’e biat ettikleri için onların sadık destekçileri olarak görmek yanlıştır. Mürcie’nin çoğunluğu tarafından benimsenen düşünceye göre halifenin Kureyş’ten olması şartı yoktur. Aslında Haris b. Süreyc’in, isyanı sırasında Emevi valilerinden istediği şeylerin başında halife veya valinin meşruiyetini halktan alması, bunların müslümanlar tarafından seçilmesi veya herkesin razı olacağı birine biat edilmesi gibi ilkeler gelir. Bu bakımdan Mürcie’yi, İslam düşüncesinde teorik ve pratik açıdan meşruiyetini halktan alan bir yönetim biçimini savunan ilk mezhep diye görmek mümkündür.

İtikadi alanda olduğu gibi fıkhi konularda da İslam düşüncesinde aklı, kıyası, istidlal ve te’vili sistematik biçimde kullanan ilk ekolün Mürcie olduğu söylenebilir. I. (VII.) yüzyılın son çeyreğinden itibarenMürcie’nin fıkhi görüşleri, Hammad b. Ebu Süleyman ve ardından Ebu Hanife etrafında odaklanan alimlerce Kufe’de sistemleştirilmiştir. Mezhebin Hammad’dan sonra fıkhi ve itikadi konulardaki tartışılmaz otoritesi Ebu Hanife’dir. Ebu Hanife ve taraftarlarının problemlerin çözümünde özellikle fıkhi konularda re’yin kullanılması üzerinde ısrar etmeleri ve pek çok meseleyi bu yöntemle çözmeye çalışmaları sebebiyle kendilerine muhalifleri tarafından ehl-i re’y, Kufe Mürciesi veya fukaha Mürciesi gibi sıfatlar yakıştırılmıştır (Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 277). Uzun süre mezhebin fıkhi merkezi olmaya devam eden Kufe’nin itibarını kaybetmesi üzerine Belh ve Merv fukahası ön plana çıkmaya başlamıştır. III ve IV. (IX-X.) yüzyıllarda Mürcii-Hanefi fıkhının merkezi Semerkant, Fergana ve Buhara olmuştur. Hanefi mezhebinin fıkhi görüşlerine göre amel etmiş oldukları için bütün Mürciiler Hanefi ve re’y taraftarı kabul edilir.

Mürcie’nin imanla ameli birbirinden ayırması ve kalbi tasdike ya da dilin ikrarına özel önem atfetmesi farklı görüş ve mezheplere karşı oldukça hoşgörülü davranmasına yol açmıştır. Onlara göre bütün müminler imanlarından dolayı Allah’ın velileridir ve imanlarında eşittir. Kıble ehlinden hiç kimse büyük günah işlemesi veya te’vil yöntemini benimsemesi sebebiyle tekfir edilemez. Özellikle Belh ve Nişabur Mürciileri arasında zühd, takva ve abidliğiyle meşhur olan Selm b. Salim, Halef b. Eyyub, İbrahim b. Yusuf, Nusayr b. Yahya, Ahmed b. Harb ve Muhammed b. Kerram gibi şahsiyetler bulunuyordu. Mürcie’nin iman anlayışı sufiliğin Mürcii çevrelerinde yayılmasına zemin hazırlamıştır. Mürcii anlayışı daha sonra Ebü’l-Leys es-Semerkandi ve Ahmed Yesevi’nin tasavvufi düşüncelerinin teşekkülünde dolaylı biçimde etkili olmuştur.

Mürcie Fırkaları

İtikadi konularda ve özellikle günah işleme mevzuunda inzar yöntemi çerçevesinde aşırılığa kaçan Havaric ile Mu‘tezile’ye “Vaidiyye” (ehl-i vaid, ashab-ı vaid) denilmesine mukabil tebşir yöntemini benimseyen Mürcie’ye “Va‘diyye” (ehl-i va‘d) denilebilirse de bu kullanılış yaygınlık kazanmamıştır. Kendi aralarında pek çok gruba ayrılan Mürcie’nin ana fırkaları şunlardır:

Gaylaniyye

Şamlı Gaylan b. Mervan’a nisbet edilen, imanı “Allah’ı sonradan elde edilen bir bilgiyle bilmek, sevmek ve O’na itaat etmek, Hz. Peygamber’in getirdiklerinin tamamını dille ikrar etmek” şeklinde tanımlayan, daha çok Şam ve civarında yayılmış bir fırkadır.

Cehmiyye

Cehm b. Safvan’a mensup olanlardır. Cehm’in imanın Allah, Peygamber ve ondan gelen haberler konusunda kişide kesin bir bilginin meydana gelmesi, kalbin tasdikinin bundan ibaret olması şeklindeki anlayışı, ayrıca imamet konusundaki telakkisi yoluyla Mürcie’yi etkilediğini kabul edenler iki mezhep arasında bir ilişki kurarlar . Yunusiyye. Yunus b. Avn en-Nemiri’ye nisbet edilen bu gruba göre iman Allah’ı bilmek, O’nu sevmek, Allah’a karşı kibirlenmeyi terketmekten ibarettir; bunun dışında kalan iyi davranışlar imanın bir parçası değildir.

Gassaniyye

Gassan el-Kufi’ye nisbetle anılan bir fırka olup imanı “Allah’ı ve resulünü bilmek, Allah’ın gönderdiğini ve resulünün getirdiklerini ayrıntılarıyla değil bütünüyle ikrar etmek” şeklinde tanımlar. Bunlar daha çok Kufe civarında bulundukları için Kufe Mürciesi, Irak Mürciesi veya halis Mürcie diye anılır.

Tumeniyye

Ebu Muaz et-Tumeni’nin taraftarlarından oluşan bu fırka, imanın küfürden koruyan şey veya terkedildiği takdirde küfre götüren özellikler olduğunu ileri sürmektedir. Sevbaniyye. Ebu Sevban el-Mürcii’ye nisbet edilenler olup imanı “Allah’ı, resullerini ve yerine getirilmesi aklen vacip olan her şeyi bilmek” olarak tarif eder. Merisiyye. Bişr b. Gıyas el-Merisi’ye nisbet edilen fırka imanı “tasdik” şeklinde tanımlamakta, bunun kalp ve dille birlikte gerçekleşeceğini ileri sürmektedir .

Kerramiyye

Muhammed b. Kerram ve taraftarlarından oluşan bir fırkadır

Neccariyye

Hüseyin b. Muhammed en-Neccar’a nisbet edilen fırkadır. Eş‘ari’nin Mürcie’den kabul ettiği bu fırka aslında belirli bir mezhep bünyesinde yer almamaktadır .

Bunlardan başka halifenin bütün emirlerine itaat edilmesi gerektiğini savunan Bid‘iyye, Mürcie-i Kaderiyye’den Salih b. Ömer’e nisbet edilen Salihiyye, imanın Allah’ı bilmek, dille ikrar etmek ve kalple sevmek olduğunu ifade eden Ebu Şemr’in taraftarları olan Şemriyye, Ubeyd el-Mükteib ile ona bağlı grubu niteleyen ve şirk dışındaki bütün günahların mutlaka bağışlanacağını ileri süren Ubeydiyye, Muhammed b. Ziyad el-Kufi’ye nisbet edilen ve Allah’a iman ettiği halde peygamberi inkar eden kimselerin Allah’a iman açısından mümin, peygamberliği tasdik açısından kafir olduklarını söyleyen Ziyadiyye gibi tali fırkalar da vardır.

İslam Düşüncesindeki Yeri

Mürcie iman-amel münasebeti konusunda Hariciler’le ehl-i hadise, imamet konusunda Şia’ya, va‘d ve vaidle büyük günah meselesinde Mu‘tezile’ye karşı çıkarak düşünce özgürlüğü, adalet ve hoşgörü esasına dayalı bir inanç sistemi geliştirmiştir. Bu sistemde bütün müslümanların iman bakımından eşitliği, hiçbir müslümanın İslam dışı kabul edilemeyeceği, ona gayri müslim muamelesi yapılarak haraç ve cizye alınamayacağı tezi savunulmuştur. Dini birlik ve beraberlik içinde yaşanan bir olgu kabul eden Mürcie muhalif telakkilere sahip mezhep ve kabilelerin Allah’a, resulüne ve tebligatına inandıkları sürece birbirlerini öldürmelerini ve tekfir etmelerini terkedip bir arada yaşamak zorunda olduklarını söylemiştir. Bu sebeple Mürcie düşüncesi, mezhep kavgalarının ve kabile çekişmelerinin yoğun biçimde yaşandığı Kufe ve diğer büyük şehirlerde, özellikle yerleşik hayata alışkın olmayan müslümanlar arasında büyük ilgi görmüştür. Ayrıca müslümanların eşitliğini, cizye ve haracın kaldırılmasını öngördüğü için Horasan ve Maveraünnehir’de yeni müslüman olanlar arasında da çok sayıda taraftar kazanmıştır. Akılcılığı benimseyip dini siyasi ve içtimai alanda sistemleştiren Mürcie itikadi ve fıkhi konularda ileri sürdüğü görüşlerde kolaylık ilkesine önem vermiş, yeni fethedilen bölgelerde ortaya çıkan sosyal, ekonomik ve siyasal problemlerle ilgilenmiş ve bunları çözmeye çalışmış, bu konumu sayesinde Horasan ve Maveraünnehir’de yaşamakta olan çeşitli milletlerin, özellikle Türkler’in topluca Müslümanlığı benimsemesini kolaylaştırmıştır. Medeni, hoşgörülü ve çoğulcu toplumun temsilcisi olan Mürcie, Matüridiliğin doğuşuna ve fikri sisteminin gelişmesine de zemin hazırlamıştır. Türkler’in müslüman olup Matüridiliği kabul etmesi de büyük ölçüde Mürcie’nin bölgedeki hakimiyeti ve temsil ettiği ılımlı-uzlaşmacı teolojisi sayesinde mümkün olmuştur.

Literatür

Mürcie alimleri kendi inançlarını açıklamak ve muhaliflerine cevap vermek amacıyla Kitabü’l-İrcaǿ, Kitabü’l-iman veya Maķālat adıyla çok sayıda eser yazmışsa da bunların çok azı günümüze ulaşmıştır. Hz. Ali’nin torunlarından Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin kaleme aldığı Kitabü’l-İrcaǿ bu konuda zamanımıza kadar gelen en eski eser olarak kabul edilmektedir. Kaynaklar her ne kadar onu irca fikrini ilk defa ortaya atan bir alim olarak gösteriyorsa da (İbn Sa‘d, VI, 328; Ebu Bekir el-Hallal, vr. 127a) kendisi bu fikri ilk ortaya atan değil bu konudailk eser yazan kişidir. İki sayfalık bu risale Joseph van Ess tarafından ortaya çıkarılmış ve Hakkında geniş bilgi verilerek yayımlanmıştır (“Das Kitāb al-İrğāǿ des Ĥasan b. Muĥammed b. al Ĥanafiyye”, Arabica, XXIII [Leiden 1974], s. 20-52). Emevi dönemi şairlerinden Mürcie’ye mensup Sabit Kutne’nin yazdığı irca kasidesi Horasan’daki irca telakkisini günümüze ulaştıran ilk Mürcii vesikadır (Ebü’l-Ferec el-İsfahani, el-Eġāni, XIII, 50). Kufe kadılığı yapmış ilk Mürciiler’den Muharib b. Disar tarafından kaleme alınan başka bir irca kasidesi mevcuttur (Veki‘, III, 29-30). Bunların dışında Ebu Hanife’nin risaleleri, Hüseyin b. Muhammed en-Neccar’ın Kitabü’l-İrcaǿ (İbnü’n-Nedim, s. 255), İsmail b. Hammad b. Ebu Hanife (Keşfü’ž-žunun, II, 1388), Muhammed b. Şebib (İbnü’l-Murtaza, s. 71) ve Bişr b. Gıyas el-Merisi’ye nisbet edilen (Zehebi, AǾlamü’n-nübelaǿ, X, 201) aynı adlı eserler zikredilebilir. Ebu Abdullah b. Ebu Hafs el-Kebir’in zamanımıza kadar gelmeyen Kitabü’l-iman’ından Ebü’l-Muin en-Nesefi bazı alıntılar yapmıştır (Tebśıratü’l-edille, II, 821). Hakim es-Semerkandi’ye ait Risale fi beyani enne’l-iman cüzǿün mine’l-Ǿamel, iki sayfalık bir eser olup bu müellife ait es-Sevadü’l-aǾžam’ın sonunda yayımlanmıştır (İstanbul 1288). Ayrıca Muhammed b. Kerram’ın Maķālat’ı (Şehristani, I, 44, 124) ve Mekhul b. Fazl en-Nesefi’nin Kitabü’r-Red Ǿala ehli’l-bidaǾ adlı eseri zikredilebilir (nşr. Marie Bernand, AIsl., sy. 16 [Kahire 1980], s. 39-126). Mürcie Hakkında bu mezhebe reddiye olarak kaleme alınan eserler yanında makālat, biyografi ve tarih kitaplarında da çeşitli bahisler yer almaktadır. Çağdaş yayınlar arasında Doğu ve Batı dillerinde telif edilmiş Mürcie ile ilgili birçok kitap ve makale bulunmaktadır (Kutlu, s. 1-25, 294, 308-311).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisanü’l-ǾArab, “rcǿe”, “rcv” md.leri; Ebu Hanife, el-alim ve’l-müteallim (nşr. M. Zahid Kevseri, trc. Mustafa Öz, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde), İstanbul 1981, s. 39; a.mlf., el-Fıkhü’l-ekber (a.e. içinde), s. 70; a.mlf., el-Vasiyye (a.e. içinde), s. 73; Ebu Ubeyd Kāsım b. Sellam, Kitabü’l-iman (nşr. Nasırüddin el-Elbani, Min Künuzi’s-sünne: Resaǿil erbaǾ içinde), Küveyt 1405/1985, s. 70; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VI, 308, 313, 328; İbn Ebu Ömer, el-iman (nşr. Hamed b. Hamdi el-Cabiri el-Harbi), Küveyt 1407/1986, s. 145-149; Cahiz, el-ǾOŝmaniyye (nşr. Abdüsselam M. Harun), Beyrut 1991, s. 82, 147, 149; Naşi el-Ekber, Mesaǿilü’l-imame (nşr. J. van Ess), Beyrut 1971, s. 16-17, 19-20, 62-64; Sa‘d b. Abdullah el-Kummi, el-Maķālat ve’l-fıraķ (nşr. M. Cevad el-Meşkur), Tahran 1963, s. 5-6; Veki‘, Aħbarü’l-kuđat (nşr. Abdülaziz el-Meragī), Kahire 1947, III, 29-30; Taberi, Tariħ (Ebü’l-Fazl), II, 1353-1355, 1507-1510, 1513, 1566 vd., 1569, 1575-1576, 1583, 1688 vd., 1867 vd., 1916 vd.; Nevbahti, Fıraķu’ş-ŞiǾa, s. 6-7, 10; Ebu Bekir el-Hallal, Müsned, British Museum, Or. 2676, vr. 127a; Mekhul b. Fazl en-Nesefi, er-Red Ǿala ehli’l-bidaǾ ve’l-ehvaǿi’đ-đalleti’l-muđılle (nşr. M. Bernand, AIsl. içinde), XVI (1980), s. 62, 114-119; Ka‘bi, Babü źikri’l-MuǾtezile min Maķālati’l-İslamiyye (nşr. Fuad Seyyid), Tunus 1986, s. 159; Eş‘ari, Maķālat (Ritter), s. 132-154, 229; Matüridi, Kitabü’t-Tevĥid, s. 381-382; a.mlf., Teǿvilat, I, 99-100; Mes‘udi, Mürucü’ź-źeheb (Abdülhamid), II, 361; Ebü’l-Ferec el-İsfahani, el-Eġāni, Bulak1868, XIII, 50-51; a.mlf., Maķātilü’ŧ-Ŧalibiyyin (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut 1987, s. 141; acurri, eş-ŞeriǾa (nşr. M. Hamid el-Fıkī), Beyrut 1403/1983, s. 143 vd.; Aħbarü’d-devleti’l-ǾAbbasiyye (nşr. Abdülaziz ed-Duri - Abdülcebbar el-Muttalibi), Beyrut 1971, s. 262-263; Ebü’l-Hüseyin el-Malati, et-Tenbih ve’r-red (nşr. M. Zahid Kevseri), Kahire 1991, s. 43, 46, 149, 151-152; İbnü’n-Nedim, el-Fihrist (Teceddüd), s. 255, 345-347; Makdisi, Aĥsenü’t-teķāsim, s. 37, 39, 238, 323, 365, 395, 397-398; Ebu Hilal el-Askeri, el-Evaǿil (nşr. Muhammed Seyyid el-Vekil), Kahire 1987, s. 374; Ebu Abdullah el-Halimi, el-Minhac fi şuǾabi’l-iman (nşr. Hilmi M. Fude), Beyrut 1399/1979, I, 80; Kādi Abdülcebbar, Şerĥu’l-Uśuli’l-ħamse, s. 666, 674-677; Bağdadi, el-Farķ (Abdülhamid), s. 202-204; İbn Hazm, el-Faśl, IV, 204-226; Ebu Ya‘la el-Ferra, Mesaǿilü’l-iman (nşr. Suud b. Abdülaziz Halef), Riyad 1410/1989, s. 164, 176; İsferayini, et-Tebśir (nşr. M. Zahid Kevseri), Beyrut 1988, s. 97-101; Nesefi, Tebśıratü’l-edille (Selamé), I, 146; II, 821; Şehristani, el-Milel (nşr. Ali Hasan Faur - Abdülemir Ali Mühenna), Beyrut 1990, I, 44, 124, 161-169; İbn Asakir, Tariħu Dımaşķ: ǾOŝman b. ǾAffan (nşr. Sekine eş-Şihabi), Dımaşk 1404/1984, s. 504; Neşvan el-Himyeri, el-Ĥurü’l-Ǿin (nşr. Kemal Mustafa), Kahire, ts., s. 203; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzi, Telbisü İblis, Beyrut 1409/1989, s. 21, 87; Fahreddin er-Razi, İǾtiķādat (Sa‘d), s. 107-110; Salim b. Zekvan, Sire, Library of the University of Cambridge, Or. 1402, vr. 154-194; Ebu Bekir Abdullah b. Ömer el-Belhi, Feżaǿil-i Belħ (trc. Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Belhi), Tahran 1350 hş., s. 28; İbnü’l-Esir, el-Kamil, V, 150, 183-345; Kurtubi, el-CamiǾ li-aĥkami’l-Ķurǿan, Kahire 1939, VIII, 252; Takıyyüddin İbn Teymiyye, Kitabü’l-iman (nşr. Haşim Muhammed eş-Şazeli), Kahire, ts. (Darü’l-hadis), s. 141, 147-159, 273-287; Zehebi, AǾlamü’n-nübelaǿ, V, 104; X, 201; a.mlf., Tariħu’l-İslam, Kahire 1947, III, 357-358; Bezzazi, Menaķıbü Ebi Ĥanife, Beyrut 1401/1981, II, 515; İbnü’l-Murtaza, Ŧabaķātü’l-MuǾtezile, s. 71; Makrizi, el-Ħıŧaŧ, II, 349-350; İbn Hacer, Tehźibü’t-Tehźib, II, 320; Keşfü’ž-žunun, II, 1388; Leknevi, er-RefǾ ve’t-tekmil, s. 149-173; M. Said Hatipoğlu, İslami Tenkid Zihniyeti ve Hadis Tenkidinin Doğuşu (doktora tezi, 1962), AÜ İlahiyat Fakültesi, s. 41, 45; Hüseyin Atvan, el-Fıraķu’l-İslamiyye fi Biladi’ş-Şam fi’l-Ǿaśri’l-Ümevi, [baskı yeri yok] 1986, s. 81-101; W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), İstanbul 1998, s. 146-184; Sönmez Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara 2000, tür.yer.; W. Madelung, “The Early Murjiǿa in Khurāsān and Transoxania”, Isl., LIX (1982), s. 32-39; a.mlf., “Murғјiǿa”, EI² (İng.), VII, 605-607; A. J. Wensinck, “Mürcie”, İA, VIII, 808-809.

İslam Ansiklopedisi



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi

İlgili Sayfalar

Yorum Yaz


Yazdığınız yorumların genel ahlak kurallarına uygun olmasına özen gösteriniz. Ayrıca yazdığınız yorumlarda isminiz e postanız eksik yanlış olmamalıdır aski halde yorumlarınız onaylanmaz dikkate alınmaz cevap verilmez.