Vefaiyye Tarikatı

Vefaiyye Tarikatı
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : İslam Dini Tarikatları Yorumlar : 0 Okunma : 11728 Beğen : 0

Tarikatın kurucusu Ebü’l-Vefa el-Bağdadi’nin (ö. 501/1107) hayatına dair en önemli kaynak, Şehabeddin Ahmed el-Vasıti’nin Tezkiretü’l-müttakin ve tebsıratü’l-muktedin adlı Arapça menakıbnamesidir. Vefai geleneğine mensubiyeti yanında aynı zamanda Zeyniyye şeyhi olan Seyyid Velayet’in isteği üzerine özetlenerek Menakıb-ı Tacü’l-arifin Seyyid Ebü’l-Vefa adıyla Türkçe’ye çevrilen eserde belirtildiğine göre Ebü’l-Vefa’nın soyu İmam Zeynelabidin’e ulaşır. Babası Seyyid Muhammed, Irak’ta Zabala bölgesinde yaşamakta iken burada seyyidlerin uğradığı bir takibat yüzünden Kusan bölgesine kaçarak Beni Nercis adlı Kürt kabilesine sığınmış, bir Kürt kızı ile evlenmiş, Ebü’l-Vefa 417’de (1026) burada doğmuştur. Ebü’l-Vefa, Bağdat’ta başladığı tahsilini Buhara’da sürdürdü. Daha sonra Bağdat’a dönüp Irak’ta dönemin en büyük şeyhlerinden biri olarak tanınan Ebu Muhammed Abdullah b. Talha eş-Şenbeki’ye intisap etti. Şeyhi ona vefa ve sadakatinden dolayı Ebü’l-Vefa unvanını verdi. Ebü’l-Vefa sülukünü tamamlayıp icazet aldıktan sonra irşad faaliyetine başladı, dönemin en önemli şeyhleri arasında yer aldı ve toplumun her kesiminden müridlerinin sayısı birhayli arttı. Bu müridler arasında on yedi sultanın bulunduğuna ve seyyidliğinden dolayı nüfuzundan çekinen Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillah’ın kendisini sarayına çağırtarak teftiş ettiğine dair rivayetler abartılı kabul edilse de onun kazandığı güç ve itibarı göstermesi bakımından önemlidir (Ocak, TTK Belleten, LXX/257 [2006], s. 125). “Tacülarifin” mahlasını taşıyan ilk kişi olduğu da rivayet edilen Ebü’l-Vefa hayatının büyük bölümünü Irak’ta geçirdi ve 20 Rebiülevvel 501’de (8 Kasım 1107) burada vefat etti.

Vefai Tarikatı, Ebü’l-Vefa’nın ölümünün ardından Ali b. Heyti, Ali el-Kürdi, Mead el-Kürdi, Cakir el-Kürdi, Boğa b. Batu, Abdurrahman b. Dogancı, Muhammed Türkmani, Şeyh Turhan, Şeyh Tekin, Muhammed b. Belikısa, Matar el-Bedrani, Ahmed b. Bakli el-Yemeni gibi halifeleri vasıtasıyla Irak ve Suriye’de geniş birsahaya yayıldı; ardından Anadolu’da faaliyet göstermeye başladı. Ebü’l-Vefa’nın halifelerinden üçünün “Kürdi” mahlasıyla anılması şeyhin Kürt aşiretleri arasındaki etkin nüfuzunu ortaya koyar. Türkçe isimler taşıyan diğer halifelerinin mevcudiyetinden Ebü’l-Vefa’nın etkisinin Kürt çevrelerle sınırlı kalmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Vefaiyye’nin asıl yayılma sahası olan Irak ve Suriye’deki durumu, buralarda etkisini ne zamana kadar sürdürdüğü konusundaki bilgiler Anadolu’dakine oranla daha azdır. Tarikatın Anadolu sahasındaki tesirini Elvan Çelebi’nin Menakıbü’l-kudsiyye’si, aşıkpaşazade’nin Tarih’i ve bazı arşiv belgeleri sayesinde nisbeten daha kolay takip etmek mümkündür. Ancak bu bilgiler de Ebü’l-Vefa dönemine ve hemen sonrasına ait değildir ve yaklaşık yüzyıl sonra yaşadığı tahmin edilen, belki de Anadolu’daki en önemli temsilcisi Dede Garkın ve halifelerinin faaliyetleriyle sınırlıdır. Muhtemelen Moğol istilası yüzünden kaçarak Anadolu’ya gelen Dede Garkın ilk defa Maraş-Elbistan civarına yerleşti.

Menakıbü’l-kudsiyye’de her ne kadar Allah’ın rahmeti onu garkettiği için Garkın adını aldığı söylenmekteyse de (s. 9-13) bunun mensubu bulunduğu Türkmen boyunun adından geldiği bellidir. Dede Garkın, Ortaçağ Anadolusu’ndaki pek çok benzeri gibi hem aşiret reisi hem de bir dini lider hüviyetindedir. Sonraki dönemde yazılan seyyidlik şecerelerindeki (siyadetname) ifadelerden asıl adının Numan olduğu kaydedilmektedir (Ocak, Ortaçağ Anadolu’sunda, s. 45-47). Vefaiyye’nin Anadolu’nun bilhassa kırsal kesimlerinde yayılmasında büyük katkısı bulunan Dede Garkın, göçebe Türkmen dervişlerine karşı yakınlığıyla bilinen Sultan Alaeddin Keykubad’ın takdirini kazandı, sultan onu bizzat ziyaret etti ve kendisine on yedi köy vakfetti (Elvan Çelebi, s. 8-9).

Dede Garkın, Çelebi Sultan Mehmed devrine ait 821 (1418) tarihli bir belgede yer alan silsilenamede Vefaiyye’nin Garkıniyye kolunun kurucusu diye gösterilmektedir. Bu belgedeki şahsiyetlerin Garkıni nisbesini taşımaları ve bu durumun Dede Garkın ocağına mensup dedelerin elindeki siyadetnamelerde de tekrarlanması böyle birtarikatın varlığını ortaya koymaktadır (Ocak, Ortaçağ Anadolu’sunda, s. 55). Dede Garkın, Anadolu’nun güneydoğusunda büyük bir nüfuz kazandı. Göksun, Hısnımansur, Malatya ve Mardin’de kendisine nisbet edilen zaviyeler mevcuttur. Birkaç yerde ona nisbet edilen kabirler bulunmakla birlikte Mardin Dedeköy’deki türbenin asıl mezarı olması kuvvetle muhtemeldir. Osmanlı döneminde şeyhin adını taşıyan çok sayıda zaviyenin varlığı bu zaviyelerin bazılarının XV. yüzyılda halen faal olması tarikatın kırsal kesimdeki etkisini göstermektedir. Ayrıca günümüzde Dede Garkın’a bağlı bir Alevi ocağının bulunduğu bilinmektedir. Vefailik, Anadolu’da daha ziyade Dede Garkın’ın halifeleri vasıtasıyla yayılmıştır.

Anadolu Selçukluları devrinde Vefaiyye’nin etkisi Dede Garkın’la sınırlı kalmamıştır. Sivas Suşehri yakınlarında zaviyeleri olan Şeyh Behlul b. Hüseyin el-Horasani ve Şeyh Hüseyin Rai ile (Çoban Baba) Halil b. Bedreddin el-Kürdi, Şeyh Merzüban ve Dede Garkın’ın halifesi Baba İlyas-ı Horasani de bu dönemde tarikatın Anadolu sahasındaki en önemli temsilcileridir. Bunlardan asıl adı Şeyh Mahmud b. Şeyh Ali el-Hüseyni el-Bağdadi olan Şeyh Merzüban, Selçuklu iktidarı ile yakın ilişkiler kurdu ve Sultan III. Gıyaseddin Keyhusrev tarafından zaviyesi için 1274 yılında bazı vakıflar tahsis edildi. Bu şeyhler arasında Dede Garkın’ın halifesi Baba İlyas’ın hem yaşadığı dönemde hem de halifeleri vasıtasıyla Osmanlı döneminde Vefaiyye’nin yayılmasında büyük payı vardır. Dolayısıyla onu Dede Garkın’dan sonra Anadolu’da en çok iz bırakan Vefai şeyhi olarak kabul etmek mümkündür. Baba İlyas’ın bu kadar tanınmasında, Anadolu’nun kırsal kesimindeki müridlerinin çokluğu kadar Anadolu Selçuklu Devleti’ni yıkılışa sürükleyen meşhur Babailer İsyanı’nı çıkaran şahsiyet olmasının da etkisi vardır. Seyyid Ebü’l-Vefa ve Dede Garkın gibi Baba İlyas da bilhassa konar göçer Türkmen ve Kürt aşiretleri arasında büyük nüfuz kazanmıştı. Elvan Çelebi’nin rivayetine göre Dede Garkın 400 halifesi arasından Hacı Mihman, Bağdın Hacı, Şeyh Osman ve Aynüddevle’yi genç halifesi ve aynı zamanda torunu olan Baba İlyas’ın emrine vermiş, onları Anadolu’yu irşad etmekle görevlendirmiştir (Menakıbü’l-kudsiyye, s. 17-19). Şeyhin emrini alan Baba İlyas, Amasya yakınlarındaki Çat köyüne gelerek burada bir zaviye kurdu. Bölgedeki Türkmenler arasında kısa sürede büyük bir taraftar kitlesi edindi; bir süre sonra Anadolu Selçuklu yönetiminden memnun olmayan zümreleri etrafında toplayarak büyük bir isyan hareketine girişti. İsyanı bastırmaya gelen Selçuklu ordusu yenilince Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev başşehri terketmek zorunda kaldı; nihayet paralı Frenk askerlerinin desteğiyle isyan bastırılabildi ve Baba İlyas öldürüldü (Ocak, Babailer İsyanı, s. 85-139).

İsyanın ardından Vefaiyye mensuplarının sıkı bir takibata uğradığı görülmektedir. Vefai şeyh ve dervişleri bundan kurtulmak için merkezi otoritenin daha zayıf olduğu uç bölgelerine göç ettiler; Anadolu Selçukluları’nın 1243 Kösedağ yenilgisinin ardından yıkılma sürecine girmesiyle birlikte bağımsızlıklarını ilan eden Dulkadıroğulları ve Eretnaoğulları beyliklerine ait topraklarda faaliyetlerini sürdürdüler. Vefai dervişlerinin yerleştiği bölgelerden biri de Osmanlı Beyliği topraklarıydı. Bu sahada tarikatın en önemli temsilcisi Osman Bey’in kayınpederi Şeyh Edebali’dir. Muhtemelen kardeşi Ahi Şemseddin’den dolayı son dönemlere kadar bir Ahi şeyhi olarak gösterilen Şeyh Edebali’nin Vefaiyye tarikatına mensubiyeti Terceme-i Menakıb-ı Tacü’l-arifin’de açıkça ifade edilmektedir (vr. 3a). Şeyh Edebali, Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında ilk Osmanlı beylerinin en büyük destekçilerinden oldu, hem Osman Gazi’nin hem de Orhan Gazi’nin takdirini kazandı. Şeyh Edebali’nin ilk Osmanlı beyleriyle kurduğu akrabalık ilişkisi ve beylerin bazı icraatları üzerinde söz sahibi kabul edilmesi, kendisi için Bilecik’te büyük bir zaviye yaptırılması, Vefaiyye tarikatının Osmanlı Beyliği’nin kuruluşundaki etkisini göstermesi bakımından önemlidir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Vefaiyye’ye mensubiyeti bilinen bir diğer derviş Geyikli Baba’dır. Emrindeki dervişlerle Bursa’nın fethine katıldığı bilinen Geyikli Baba fetihteki katkısından dolayı Orhan Gazi’nin iltifatını kazandı ve kendisi için bir zaviye yaptırıldı (Lamii Çelebi, s. 841). Geyikli Baba’nın şahsında Vefaiyye’nin dönemin gazileri arasında da rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından Turgut Alp, Geyikli Baba’nın müridlerindendi. Geyikli Baba ile Orhan Gazi arasındaki ilişkiyi yansıtan en önemli hadise sultanın kendisine iki yük şarap ve iki yük rakı göndermesidir. Geyikli Baba gönderilen rakı ve şarabı kabul etmeyip sultana iade etmiş, tarikatı sorulunca Baba İlyas müridi ve Seyyid Ebü’l-Vefa tarikatından olduğunu söylemiş, bunun üzerine Turgut Alp’in aracılığıyla takibattan kurtulmuştur (BA, Ali Emiri, Musa Çelebi Evrakı, nr. 1).

Geyikli Baba’nın Vefaiyye tarikatına mensubiyeti aynı çevreden Abdal Kumral, Abdal Musa, Karaca Ahmed, Abdal Murad ve Postinpuş Baba gibi abdalan-ı Rum zümresinden dervişlerin de benzer bir bağlantılarının olabileceğini akla getirmektedir. Abdalan-ı Rum’a mensup zümrelerin Yıldırım Bayezid devrinden itibaren önceki dönemlere oranla daha geri plana çekilmeleri tarikatın etkisinin kırsal kesimle sınırlı kalmasına yol açtı. Vefaiyye’nin etkisinin nisbeten azalmasında, Osmanlı yönetiminin merkezi bir yapı göstermeye başlamasıyla birlikte tarikatın etkin olduğu Türkmen unsurların ikinci plana itilmesinin ve her geçen gün daha fazla güç kazanan Zeyniyye ve Bayramiyye gibi tarikatların daha çok taraftar bulmaya ve iktidarın desteğini almaya başlamasının etkisinin bulunduğu tahmin edilebilir. Bununla beraber tarikatın tesiri kırsal kesimde ve konar göçer Türkmen grupları arasında süregelmiştir. Şehir merkezlerinde ise belki de tarikatın kurulduğu döneme daha yakın bir anlayışla, Sünni bir yapı arzederek birsüreliğine varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Bu anlayışın Osmanlı topraklarındaki en önemli temsilcileri meşhur Osmanlı tarihçisi aşıkpaşazade ile damadı Seyyid Velayet’tir. Her iki şeyhin aynı zamanda birer Zeyni şeyhi olması, Vefaiyye’nin en azından bu şahıslar tarafından temsil edilen kolunun Sünnileştiğini göstermektedir. aşıkpaşazade eserinde Seyyid Ebü’l-Vefa ile bağlantısını açıkça belirtir (Tarih, s. 1 dunyadinleri.com). Hem akrabası Seyyid Ebü’l-Vefa’nın tarikatını hem de Zeyniyye’yi şahsında birleştiren Seyyid Velayet’in Vefaiyye tarikatı içerisinde ayrı bir yeri vardır. aşıkpaşazade 880 (1475) yılında hacca giderken Mısır’da Seyyid Ebü’l-Vefa soyundan gelen Seyyid Ebü’l-Vefa b. Ebu Bekir’den Vefaiyye icazetnamesi almış, adı geçen kişinin elindeki iki ciltlik Arapça Seyyid Ebü’l-Vefa menakıbnamesini Türkçe’ye tercüme ettirmiştir.

Anadolu’nun dini yapısının şekillenmesinde birinci derecede öneme sahip Vefaiyye’nin bu tesiri, başta M. Fuad Köprülü olmak üzere çok sayıda bilim adamı tarafından ileri sürülen Anadolu’daki İslam anlayışının Orta Asya ve Yeseviyye kökenine dayandığı yönündeki görüşlerine eleştirel bir yaklaşım getirmeyi zaruri kılmaktadır. Dede Garkın başta olmak üzere Baba İlyas, Şeyh Edebali, Geyikli Baba, aşıkpaşazade, Seyyid Velayet gibi şahsiyetlerin tarikat silsilelerinin Yeseviyye’ye değil Irak coğrafyasında yetişmiş şeyhlere uzanması, Anadolu’da yaygınlaşan İslam anlayışının köklerinin bir kısmının Türkistan sahasından ziyade Arap coğrafyasına dayandığını göstermektedir.

Vefaiyye silsilesi Şeyh Ebu Muhammed eş-Şenbeki, Ebu Bekir b. Hevvar el-Bataihi vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır (Haririzade, III, vr. 221a). Bazı araştırmalarda tarikatın Rifaiyye ile ilişkilendirildiği görülür. Bu bağlantı muhtemelen Şeyh Şenbeki’nin diğer halifesi Mansur el-Bataihi ile alakalıdır. Zira Mansur el-Bataihi’nin Seyyid Ahmed er-Rifai’nin dayısı olduğu ve onun yetişmesinde büyük katkısının bulunduğu bilinmektedir. Bu durum Vefaiyye-Rifaiyye ilişkisine de açıklık getirmektedir. Dolayısıyla Vefaiyye’nin daha geç bir tarihte kurulan Rifaiyye’nin bir kolu gibi gösterilmesinde yahut bazı Vefai silsilenamelerinde Ahmed er-Rifai’nin adının zikredilmesinde başlangıçtaki bu yakınlığın etkili olduğu tahmin edilebilir. Nitekim Haririzade de Vefaiyye, Sühreverdiyye, Rifaiyye ve Ebheriyye’yi Hevvariyye’nin kolları kabul etmektedir (a.g.e., III, vr. 263a).

Tarikatın en çok tartışılan yönü Sünni yahut gayri Sünni bir tarikat olup olmadığıdır. Bu konuya dair kaynaklarda yer alan ifadeler, şeyhlerin hayat tarzlarına dair verilen bilgiler birbiriyle zaman zaman tezat teşkil eder. Tarikatın başlangıcından günümüze kadar uzanan seyri göz önüne alındığında bu konuyla ilgili kesin bir yargıda bulunmak mümkün görünmemektedir. Ebü’l-Vefa’nın silsilesinde yer alan Şeyh Muhammed eş-Şenbeki, Ebu Bekir b. Hevvar gibi şahsiyetlerin takva ehli ve şer‘i kurallara riayet eden kimseler oldukları vurgulandığı gibi tarikatın diğer silsilesi Hz. Ebu Bekir’e dayandırılır (Terceme-i Menakıb-ı Tacü’l-arifin, vr. 17b-18a). Ayrıca Ebü’l-Vefa’nın Sünniliğin önemli merkezlerinden Bağdat’ta eğitim görmesi, bölgede tanınması, menakıbnamede dini emirlere uyduğuna özellikle vurgu yapılması gibi hususlar tarikatın başlangıçta Sünni bir yapı arzettiği izlenimi vermektedir. Nitekim menakıbnamede şeyhin mezhebi hakkında ehl-i hadis, Şafii ve Hanbeli olduğuna dair rivayetlerin bulunduğu, fakat onun dört mezhepten hangisinin delilleri sağlam ise ona göre amel ettiği belirtilmektedir (a.g.e., vr. 19a). Ancak bu anlayışın Dede Garkın ile birlikte konar göçer Türkmen zümreleri arasında değişmeye başladığı görülmektedir. Tarikatın göçebe Türkmen ve Kürt aşiretlerinde yayılma imkanına kavuşması, yerleşik İslam hakkında sağlıklı bilgiye sahip bulunmadıkları kolayca tahmin edilebilecek bu zümrelerin tarikata gayri Sünni yahut İslam dışı bazı motifler sokmak suretiyle bu değişimde önemli pay sahibi olduklarını gösterebilir. Bu etki Babailer İsyanı’na katılan Türkmen şeyhlerinin şahsında açıkça görülür. Yine bu tarikata mensup Şeyh Merzüban ve Geyikli Baba gibi şahsiyetlere sınama amaçlı da olsa dönemin hükümdarları tarafından rakı ve şarap gönderilmesi de bu zümreler içerisindeki gayri Sünni etkiyi ortaya koyar. Günümüzde bu geleneğe mensup Alevi ocaklarının mevcudiyeti tarikatın kırsal kesimde gayri Sünni bir nitelik taşıdığının birdelilidir.

Vefaiyye kırsal kesimde böyle bir yapı arzederken Elvan Çelebi Zaviyesi’nde yetişen aşıkpaşazade ve Seyyid Velayet, Osmanlı coğrafyasında Vefaiyye’yi iktidarın da desteğini almış Sünni bir tarikat olan Zeyniyye içerisinde temsil etmişlerdir.

Dolayısıyla tarikatın kırsal kesimde gayri Sünni, şehirlerde Sünni bir karakter arzettiği, Sünnileşmenin Osmanlı topraklarında aşıkpaşazade tarafından gerçekleştirildiği söylenebilir. Bu süreci, Baba İlyas müridleri gibi vaktiyle devlete karşı gelmiş bir sufi çevresinin Anadolu’da artık Osmanlı hakimiyetinin yerleştiği XV. yüzyılda bu şaibeli geçmişinin hatırasını silmeye yönelik gayretiyle ilişkilendirmek de mümkündür (Ocak, TTK Belleten, LXX/257 [2006], s. 142). Garkıniler, Dede Garkınlılar, Babailer, Geyikliler gibi Türkmen aşiretlerinin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde mevcudiyeti ve arşiv belgelerinde yer alan kayıtlar Vefaiyye’nin Anadolu’daki nüfuz sahasını göstermesi bakımından önemlidir. Tarikatın Suriye ve Irak’taki seyrine dair çalışma bulunmamaktadır. Şeyh Vefa adıyla tanınan Zeyniyye şeyhi Muslihuddin Mustafa’nın (ö. 896/1491) tarikat silsilelerinden birinin Ebü’l-Vefa’nın şeyhi Muhammed eş-Şenbeki ve Ebu Bekir el-Hevvari’ye ulaşması oldukça ilginçtir (Lamii Çelebi, s. 686). Bu bağlantı, aşıkpaşazade ve Seyyid Velayet gibi Vefai geleneğine mensup şeyhlerin Anadolu’da yaygın diğer tarikatlar varken neden özellikle aynı kökten gelen Zeyniyye’yi tercih ettiklerini daha anlamlı hale getirmektedir.

Üst Resim : Bursa Geyikli Baba Türbesi



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi

İlgili Sayfalar