12 rakamının simgesel önemi vardır. 12 rakamı manevi öneme sahiptir. Alevilerde 12 İmam gibi, Hıristiyanlıkta 12 Havariler gibi…
Bizim ülkemizde 12’li tarihlerin ise sanki bir uğursuzluğu var. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri gibi. 12 Mart 1995 Gazi Katliamı gibi…
12 Mart darbesinin üzerinden 41 yıl, Gazi Katliamının üzerinden 17 yıl geçmiş. İki 12 Mart ta karanlık ve soğuk yüzlerini hissettirmeye devam ediyor. Halen onlarca cevapsız soru orta yerde duruyor. Hangi taşı kaldırsan ortaya onlarca soru çıkıyor. Hangi taşı kaldırsan haksızlıkla, vicdansızlıkla göz göze geliyorsun.
12 Mart darbesi çok bilinen ve çok gündeme getirilen bir darbe olduğu için eminim çok yazan olacaktır. Ancak 12 Mart 1995’de İstanbul Gazi Mahallesi’nde yaşanan katliamın eminim sınırlı sayıda “hatırlayanı ve yazanı” olacaktır. Zira Gazi Katliamı Alevileri kapsayan “popüler ve getirisi olmayan” netameli bir konudur…
1991 ile 1996 yılları arası Türkiye açısından tam anlamıyla “faili belli” siyasi cinayetler dönemidir. Dönem devlet eliyle çatışmaları ve şiddeti arttırma dönemidir. Sanki her şey, Kürt sorununu çözmemek, tersine çatışmayı arttırmak ve çatışmalı ortama Aleviler gibi “yeni aktörleri” de dahil etme üzerine kurulmuştur. İkili iktidarın resmi ayağında DYP-SHP koalisyonu vardır. Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Musa Anter gibi isimler, Sivas Katliamı, Gazi Katliamı, Başbağlar Katliamı bu dönemde olur. İlginçtir bu siyasi cinayetlerin ve katliamların hiçbirinde bir tek siyasi sorumlu bırakın mahkûm olmayı, yargılanmaz bile. Söylem düzeyinde “solcu” olan, çok fazla demokrasi ve insan hakları lafı eden koalisyon ortağı SHP, ne söylenirse söylensin 91-95 dönemindeki siyasi cinayetlere fiili olarak sessiz kalarak, “ortaklık” eder. SHP’den bir tek bakan veya milletvekili her nedense istifa bile etmez!
İşte Gazi Katliamı böyle bir dönemin operasyonudur. 2 Temmuz’da Sivas Katliamı yapılmış, katliamın üzerinden henüz 2 yıl bile geçmemiştir. 12 Mart 1995 akşamı, 12 Eylül öncesini hatırlatacak bir şekilde Alevilerin yoğun yaşadıkları Gazi Mahallesi’nde bir kahve taranır. Bir Alevi Dedesi öldürülür, birçok kişi yaralanır. Halk sokaklara dökülür bu kez, halkın üzerine ateş açılır. İki gün süren saldırılardan sonra resmi rakamlara göre 22 kişi ölür, 300 yakın kişi yaralanır. Yer İstanbul’dur. Polis çok örgütlüdür, ordu olay yerindedir. Devlet mega metropolde çok güçlüdür ama her ne hikmetse müdahale silahlı olur, televizyon görüntülerinin aksine resmi kaynaklar ölümlerin “çatışmalar” sonucu olduğunu söyler. Oysa ortada yürüyüş dışında göstericilerle silahlı bir çatışma yoktur. Provokatörler de camiye saldırı hazırlığı yapanlar da yoktur! Yalnızca göstericilere sıkılan kurşunlar vardır. Hedefte Aleviler ve solcular vardır. Devletin yaptığı bu operasyonda hedef “kurtarılmış bölgeyi” işgal etmektir. Bunun için yol ve yöntem bellidir: Saldırmak, öldürmek ve teslim almak!
22 kişinin öldürüldüğü bir katliamda, bir başka gelişme daha vardır. Direnişin sembollerinden biri olan Hasan Ocak kaçırılır ve bir hafta sonra işkence edilmiş ve öldürülmüş halde bulunur…
Sonra ne olur? Toplam 20 polis yargılanır. Hem de İstanbul’da değil, gözlerden ve medyadan uzakta; Trabzon’da. Yargılama sonucunda yalnızca 2 polis 1-2 yıl ceza alır, onların da cezaları ertelenir…
Devletin planladığı ve beklediği gibi, dava vicdanlarda devam ediyor olsa da devletin hukukunda sonuçlanır…
Siyasi sorumlular mı? Her katliam davasında olduğu gibi ödüllendirilir!
İnsan sormadan edemiyor. Hadi o dönem olmadı, kimse konuşmadı. Ama ya şimdi? O döneme tanıklık eden SHP’li bakanlar şimdi çıkıp konuşsalar, acaba ne olur?