Siyasal Tarih

Ana Sayfa Forum Tarih Siyasal Tarih Suriye’yi “Soldan” Tartışmak

Suriye’yi “Soldan” Tartışmak

  • Promete ..
    Promete ..
    dunyadinleri.com/promete5216e
    buradaydı
    Cinsiyet : Bay
    Şehir : İçel
    Meslek : Mühendis
    Giriş : 55
  • Yazan : Promete .. Tarih : Kategori : Siyasal Tarih Cevaplar : 1 Okunma : 4372 Beğeniler : 0
    Suriye’yi “Soldan” Tartışmak

    Suriye’de yaşananların, kavramın en güçlü ve en yoğun anlamıyla bir iç savaşa tekabül ettiğini söyleyebiliriz: İkili iktidar, ikili askeri güç, kurtarılmış bölgeler, kanlı çatışmalar vs. Ancak, yeterli görünmüyor; iç savaş kavramı Suriye’de olan biteni anlamak için gerekli ama yeterli değil. Bu nedenle de o ünlü formülasyonu tersine çevirmek gerekiyor: “Her iç savaş, aynı zamanda bir dış savaştır.” Şunu demek istiyorum: Savaş her ne kadar Suriye sınırları içerisinde yaşanıyor olsa da, küresel bir nitelik taşıyor, Suriye’de aslında küresel güçler birbirleriyle savaşıyor.

    Savaşan tarafların adını koyabilir miyiz? Mümkün görünüyor; en yalın haliyle, Suriye’de savaşanların Atlantik güçleriyle Avrasya güçleri olduğunu söyleyebiliyoruz. Reel sosyalizm sonrası dünyada, “Renkli Devrimler”den “Arap Baharı”na uzanan egemenlik mücadelesinin kutuplarını bu güçler oluşturuyor. Bir yanda sosyalizme karşı verdikleri mücadeleden zaferle çıkan ABD ve Avrupa’dan müteşekkil Atlantik ittifakı, öte yanda Soğuk Savaş sonrasının yeni yükselen güçleri olarak Çin, Rusya ve İran. Taraflar, ABD’li ünlü stratejist Brzezinski’nin deyimiyle “büyük satranç tahtası”nda savaşıyorlar.

    En iç halkasında Atlantik güçleriyle Avrasya güçlerinin olduğu ve bugün Suriye sınırları içerisinde sıcak bir çatışmaya dönüşmüş olan bu savaşın dış halkasında yer alan ülkeler de var kuşkusuz. Yeni-Osmanlıcı Türkiye’yi, petrol şeyhliklerini, İsrail’i ve Barzani’yi Atlantik güçlerinin; savaşın icra edildiği Suriye’yi, Lübnan Hizbullah’ını ve Irak’taki merkezi yönetimi ise Avrasya güçlerinin dış halkasına yerleştirebiliyoruz.

    Savaşın küresel niteliği savaşın taraflarının iç politikalarını da etkiliyor ve iç gündemi de belirliyor elbette; siyasal özneler ister istemez savaşın bir tarafında kendilerini konumlandırma gereği duyuyorlar, ona göre açıklamalarda bulunuyorlar, ona göre hareket ediyorlar. Kendisine biçilen taşeron rolünü oynamaya en hevesli ülkelerden bir olan AKP Türkiye’sinde de söz konusu durum yaşanıyor. Suriye’ye bakmak Türkiye’ye bakmak ve Suriye hakkında söz söylemek Türkiye hakkında söz söylemek anlamına geliyor. Bir siyasi özne olarak sol da bunun dışında değil elbette ve solun Suriye hakkında konuşması Türkiye hakkında konuşması demek oluyor.

    Türkiye solunda -her ne kadar bu adlandırma altında kendisinden bahsedilebileceği bütünüyle şüpheli hale gelmişse de- DSİP dışında Suriye’de yaşananların bir devrim olduğunu iddia eden yok. Bu da şaşırtıcı değil, DSİP dün nasıl ki “vesayet rejimi”ne karşı savaşan “demokrat” AKP’den desteğini esirgememişse, bugün de “diktatör Esed”e karşı savaşan “Suriye devrimcileri”ni desteklemekte herhangi bir beis gömüyor, yani tutarlı bir siyaset izlemeye devam ediyor.

    Suriye’de yaşananların bir devrim olduğunu DSİP kadar iştahlı bir şekilde iddia etmemekle birlikte, bir halk hareketinden ve devrimci durumdan bahsedip, Özgür Suriye Ordusu’nu terörist olarak nitelendirmenin egemenin diliyle konuşmak anlamına geldiğini ve esas düşmanın Suriye muhalefeti değil Esad rejimi olduğunu iddia eden bir yaklaşım daha var. En parlak örneğini Foti Benlisoy’un yazılarında görebileceğimiz bu yaklaşıma göre, genel olarak Arap Baharında ve özel olarak Suriye meselesinde solun alabileceği “yegâne tutarlı ve anlamlı politik pozisyon”u, hem devrimin emperyalistler tarafından çalınmasına karşı çıkmak, hem de bu devrimleri desteklemek oluşturuyor.

    Benlisoy’a göre Türkiye solu “Suriye’deki ayaklanmanın dışarıdan destek alan bir avuç İslamcı teröristin ya da çapulcunun işi olduğu” şeklindeki kalıplaşmış bir düşünceye sahip; dolayısıyla “gizli Esad’çılık” yapıyor. Oysa “mezhepçi şiddetin bir numaralı sorumlusu elbette rejimin mezhepsel ve etnik ayrımları kendi lehine işlevli kılmaya dönük stratejisi.” Yani silahlı muhalefete damgasını Sünniliğin, Vahhabiliğin ve Selefiliğin damgasını vurması da Esad rejiminin suçu.

    Benlisoy, Özgür Suriye Ordusu’nun “demokratik niteliğinden” bahsetmeyi de ihmal etmiyor: “Son dönemde oluşturulan bölgesel askeri meclislerin ülkedeki silahlı muhalefetin gerçek merkezleri olduğunu söylemek mümkün. Bu bölgesel askeri meclisler kendi yörelerindeki mahalli askeri birimleri bir komuta merkezi etrafında birleştirmeye, yani onları belli bir koordinasyon içerisinde hareket ettirmeye önemli ölçüde muvaffak olmuş görünüyorlar.”

    Peki, “Suriye’yi Soldan tartışmak” isimli yazısında “Suriye’deki ayaklanmanın jeostratejik aklın kontürlerine sıkıştırılmasına karşı da tutum almalıyız” diyen Benlisoy’un tam da “tutum alalım” dediği akıl biçimiyle, yani jeostratejik akılla bakıldığında Suriye’de neler görülüyor?

    Birinci olarak, Suriye’de bugün, devrimin çalınmasının ötesinde, yazının da başında sözünü ettiğimiz üzere küresel bir savaş yaşanıyor, emperyalizmin bölgeye yönelik planlarının merkezinde Suriye’deki Esad rejiminin düşürülmesi var. Rejim düştüğü gün, emperyalist planların ilk kısmı başarıya ulaşmış olacak. “Suriye’nin arkasında da Rusya ve Çin gibi emperyal güçler var” şeklindeki bir karşı-argüman ise anlamlı görünmüyor; Çin ve Rusya’nın emperyal nitelikleri başka bir şey, kapitalist dünya sisteminin günümüzdeki hegemon gücünü ABD ve Atlantikçi güçlerin teşkil etmesi başka bir şey.

    İkincisi, Suriye’de bugün Esad rejimi, kendi varlığını müdafaa adına olsa bile, anti-emperyalist bir mücadele veriyor. Rejimin otoriter niteliği, kapitalizmle herhangi bir derdi olmaması, emperyalistlerle uzlaşmaya açık olması vs. mücadelenin anti-emperyalist niteliğini ortadan kaldırmıyor; çünkü mücadele, şimdi ve bugün, Suriye’ye dair emperyalist planları bozuyor, onları geçersizleştiriyor.

    Üçüncüsü, Benlisoy’un “yerel askeri meclisler”den bahsederek “demokratik” niteliğini ispatlamaya çalıştığı Özgür Suriye Ordusu, Benlisoy’un da farkında olduğu üzere, artık neredeyse bütünüyle “Uluslararası İslami Tugaylar”a dönüşmüş durumda. Dünyanın dört bir yanından mücahitler Esad rejimine karşı savaşmak için Suriye’ye gidiyor. Finansmanın ve lojistiğin ise geçtiğimiz haftaki yazımda “taşeron savaşı” olarak adlandırdığım strateji uyarınca, emperyalist merkezler, petrol şeyhlikleri ve Türkiye tarafından sağlandığı biliniyor. Suriye’de şu an emperyalizmin ve -her ne kadar Benlisoy bu kavramın solun politik jargonundan çıkarılması gerektiğini söylese de- gericiliğin muazzam bir işbirliğiyle karşı karşıyayız.

    Tüm bunlardan sonra “jeopolitik aklımızı” kullanarak şunları söyleyebiliriz:

    Bir, emperyalizmin planlarının başarıya ulaşmaması için Suriye’deki iç savaşı Özgür Suriye Ordusu’nun değil, Esad rejiminin kazanması gerekmektedir; çünkü rejimin devrilmemesi emperyalizmin başarısızlığı anlamına gelecektir. Emperyalizmin Suriye’deki başarısızlığının yaratacağı etki ise sadece bu ülkeyle sınırlı kalmayacak ve bütün bir bölgeye yayılacaktır. Bunun ise bölgedeki devrimci-ilerici güçler açısından yaratacağı olumlu etki aşikârdır. Oysa Libya’dan sonra Suriye’de de rejim benzer bir yöntemle devrilirse, bu, emperyalizmin muktedirliği ve yenilmezliğine dair algıyı güçlendirmeye hizmet edecektir.

    İki, Esad rejiminin düşmesi, Mısır ve Tunus’tan sonra bir ülkede daha Sünni-muhafazakâr bir yönetimin iktidara gelmesiyle sonuçlanacaktır. Bu ise gericiliğin bölgedeki hegemonyasının artışı anlamına gelecek ve potansiyel ilerici halk hareketlerinin ve ilerici muhalefetin önü kesilmiş olacaktır. Ayrıca savaşı muhalif güçlerin kazanması durumunda yaşanacak bir Alevi katliamının tüm bölgeyi kapsayacak bir mezhepler savaşını gündeme getirmesi ve mezhepçiliği siyasetin merkezine taşıması kaçınılmaz hale gelecektir.

    Üç, savaşı emperyalizm ve gericiliğin kazanması Türkiye’de ve bölgede AKP’nin elini fazlasıyla güçlendirecektir. Yeni-Osmanlıcı emperyal hayallerin gerçekliğe kavuştuğuna ilişkin propagandadan tutun da, dış politikada kazanılan başarının seçimlerde oya dönüştürülmesine; ABD’yle müttefiklik ilişkisinin tazelenmesinden tutun da Alevilere ve Kürtlere yönelik politikaların daha da sertleştirilmesine kadar uzanacak geniş bir yelpazede, AKP zaferinin tadını çıkaracaktır. Erdoğan seçim gecesi balkon konuşmasını yaptığında, “bugün Ankara kadar, Şam da kazanmıştır” demişti; tıpkı bunun gibi, Şam’da Özgür Suriye Ordusu’nun kazanması da AKP’nin kazanması anlamına gelecektir.

    İmza

Aradan geçen yıllar Esat rejimini güçlendirdi. hal…