islamiyet

Kuran ve mûcize.

  • Ârif Cemil
    Ârif Cemil
    dunyadinleri.com/murat83871
    buradaydı
    Cinsiyet : Bay
    Şehir : Manisa
    Meslek : Serbest
    Giriş : 2174
    İnandığınız Din : Belirtmiyor
    İnançlı Birimisiniz? : İnançlıyım
  • Yazan : Ârif Cemil Tarih : Kategori : islamiyet Cevaplar : 0 Okunma : 2813 Beğeniler : 0
    Kuran ve mûcize.
    Bizi mûcizeler göndermekten alıkoyan şey; an­cak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semûd'a da gözleri göre göre bir dişi deve vermiştik de, ona zul­metmişlerdi. Halbuki Biz, âyetleri ancak korkutmak için göndeririz." (İsrâ: 59)
    İyi de Allaam yareppim!... Mâdem sen her şeyi önceden ve olmadan biliyorsun. "Bu "öncekiler"in yalanlayacaklarını da bilmen gerekirdi. Her defasında "nankörlük" ettiklerini söylediğin Ben-i İsr'âil'i sayısız peygamberler ve hadsiz hesapsız mûcizeler ile desteklemeye devam ederken, "ataları daha önce uyarılmamış" (secde:3/Yâsin:6) gariban Kureyş'e neden kızarsın ? Hani sen "kimse kimsenin günahını çekmez" demiyor muydun ?
    “…Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üstlenmez...” (İsra: 15)
    Senin hükmün bu ise; öncekilerin mucizeleri yalanlama günahı sebebiyle, henüz bu mucizelere muhatab olmamış insanları neden mahkûm ediyorsun ? Sana, zâtının yüceliğine yakışıyor mu bu ? Sen kendi sözünü/hükmünü çiğnerken, insanların çark etmelerine neden kızıyorsun ?
    "Allah dilediğini siler, dilediğini olduğu gibi bırakır; Ana kitap O'nun katındadır." (Rad: 39)
    Demek ki bizim yanımızda "ana kitap olmadığı için, 'kıvırma' şansımız da bulunmuyor.
    frown
    Muhammed'in elindeki 'sihirli değnek' sıkıştığı her noktada olanları, adı Allah olan bir 'ilah'a bağlamasıdır. Nasıl olsa, o dönem okuma-yazma bilen çok adam yok. Mantığı muhakemeyi bilen yok. İnsanlarda var olan zekâ, mevcut kültürün yaptırımlarıyla cedelleşip menfaatleri koruma noktasında çalışıyor ancak. Bu da kişileri menfaatperest ve riyâkâr yapıyor. Bu tip insanların çoğunlukta olduğu bir ortamda gücü elde edip kurnazca kullanırsanız, kendinizi peygamber de ilân edersiniz, Tanrı da...
    Muhammed, insanların zaaflarını, ölüm korkularını, ebedi hayat/cennet beklentilerini kullanıp cehennemle tehdit ederken, tüm bunları da hikmetinden sual olunmaz bir ilaha hamletmiş.
    Yıllardır ortaklık edip ekmeğini yediği yahudi tüccarı, adamın hiç suçu günahı yokken "Muhammed emretti" diye öldüren Muhayyisa; öz be öz kardeşine "O zât emretse idi, vallahi senide öldürürdüm" dememiş miydi.
    Mûcize, insanların bir yaratıcı olduğuna inanmalarını sağlamak için değil; 'elçi' olduğu iddiasını taşıyan kimselerin, bu iddialarını ıspatlaması içindir. Misâl; bir insanın hayatındaki en mühim, öncelikli ilkenin âdâlet ilkesi olduğunu varsayalım. İnsan bu düşüncesinde samimi ise, bu samimiyet o şahsı âdil yapar fakat, yargıç yapmaz. Demem o ki, yargıç olabilmek için adil olmak adâletten söz etmek yetmez. Ayrıca hukuk diploması da şart. Bir yargıç için hukuk diploması ne ise; Tanrı elçisi içinde mucize aynı şeydir.
    Gelelim İsrâ: 59’un ‘nâzil’(!) oluşunun hikmet-i celilesine…
    Sebeb-i Nüzûlü:
    Alıntı
    Süneyd, Saîd İbn Cübeyr'in şöyle dediğini nakleder :
    Müşrikler de­diler ki: 'Ey Muhammed, sen, senden Önce peygamberlerin geçtiğini ­iddia ediyorsun. Onlardan kiminin emrine rüzgâr verilmiş, kimi de ölü­leri diriltmiştir. Eğer bizim sana inanmamız ve tasdik etmemiz hoşuna gidiyorsa, Rabbına dua et de Safa tepesini bizim için altın yapsın.'
    Bu­nun üzerine Allah Teâlâ Hz. Peygambere vahyetti ki: 'Söylenenleri Ben işittim muhakkak. İstersen söylediklerini Biz yaparız, ama o zaman inanmazlarsa azâb iner. Çünkü âyetin inişinden sonra tartışma yok­tur. İstersen Biz kavmine mühlet verelim ve yavaş davranalım.'
    Hz. Peygamber buyurdu ki: 'Ya Rabbi, onlar için yavaş davranılmasını di­lerim.'
    Katâde, İbn Cüreyc ve diğerleri de böyle demişlerdir.
    Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 9/4784
    Meali;
    " Ey habibim. De ki; Mûcize tâze bitti, isterlerse onlara biraz mühlet verelim."
    Ben de diyorum ki;
    Ey Mekke'ini 'ulu' rabbi...
    Hani sen, müşriklere günahları artsın diye 'mühlet' vermiyor muydun ?
    "İnkar edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır." (Âl-i İmran: 178)
    Muhammed hemen tüm Arap yarımadasının en büyük askeri gücüne sahip olduktan sonra "nâzil" olan - Hicri. 9. yıl - Tevbe Sûresi, müşrikler için şunu der.
    "Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir..." (Tevbe: 28)
    Bu durumda kendisinden mûcize istenince birden bire merhamet deryasını tecelli ettiren Mekke'nin 'ulu' rabbi kimlere acımış olmakta ?
    Kendi nitelemesiyle "pislik" lere...
    Pisliklere bu kadar acıyıp şefkat kanatlarını uçsuz-bucaksız derinlikler üzerine gererken; İlyas'ın eşeğini, Muhammed'in devesini, Belkıs'ın hüdhüd kuşunu, Kehf ashâbının it'ini Cennet'ine alırken; alemleri yüzü suyu hürmetine yarattığın "habibin" Muhammedi on sene müddetle koruyup gözeten Ebû Tâlip'in imansız gitmesine neden râzı oldun ?
    Rivâyetlerdeki, 'Mûcize geldikten sonra artık tartışma biter ve inanmayanlar üzerine âzab iner' ya da 'Köklerini kuruturum' üfürmeleri tam bir şeytanlık. Bir hüküm; Tanrı katından geliyor ise, zaman ve mekanla mukayyet olmayan ilkesellik barındırmalı. Mâdem helak olacakların soyundan gelip de Allah'a iman etme ihitimali olan bir kişi dahi olsa, bu bir kişinin 'yüzü suyu' hörmetine müşriklere 'ağır/yumuşak' davranılıyor; o zaman Kur'an kısslalarında hikâye edilen toptan helâk edişleri ne ile açıklayacaksın ? Onların soyundan gelecek ve muhtemelen imanlı olacak bir kişi dahi yok muydu ?
    Bu iş "Muhammed'in hatırına" oluyor ise, bu 'hatır' senin af ve merhametinden daha mı üstün ?
    Ayrıca Allah'tan mûcize isteyen kim ?
    Müşrikler Muhammed'e gelip 'Eğer gerçekten Allah'ın elçisi isen bize bir mûcize göster de sana inanalım" demiyorlar mı ?
    Allaam yareppim.
    Madem söylenenleri işitiyorsun; isteyenin kimler olduğunu da bilirsin.
    Neden o zaman "isterlerse" demiyorsun da, Muhammed'in arkasında "tam siper" olup "istersen" diyorsun ?
    Mâzerete dikkat eder misiniz ?
    Eğer mûcize gelir de müşrikler gene inkâr edecek olurlarsa Allah onlara "hiç kimselere etmediği âzabı" eder ve soylarını kuruturmuş.
    Peki; eldeki Kutsal kitaplara göre en çok peygambere muhatab olan, en çok mûcize gören kâvim hangisi ?
    El-Cevâb; İsrailoğuları.
    Kızıldeniz'in yarılmasıyla firavundan kurtulan, akabinde böğüren buzağı heykeline secde eden kim ?
    MESİH'e verilen mûcizeler başka hangi peygambere verildi ?
    O'na ne oldu peki ?
    Ferisilerin şikâyetleri, 'öldürün onu' istekleri üzerine; Yaruşalim'in Roma vâlisi Platus 'un emriyle çarmıha çakıldı.
    Yani İsrailoğuları sadece mucizeleri inkar etmekle kalmamış, o mucizelere aracılık eden MESİH'i de çarmıha çakıp, Tanrıya meydan okumuşlar.
    Bu durumda; mûcizelerle alay eden, peygamberlerini öldürerek Allah'a meydan okuyan Ben-i İsrail'e ne oldu ?
    Kökleri kurudu mu ?
    Adamlar bu gün dünya ekonomisinin patronu.
    frown
    Kur'an; Muhammed'in 23 yıllık "elçi"lik iddiası müddetince ürettiği strateji ve taktikleri, Cehennem ile korkutmalarını, Cennet rüşveti dağıtımını içeren bir kitaptır. İşin en tuhaf tarafı da tüm mükevvenâtın yaratıcısı olduğu iddiasındaki Allah, sıkışınca bahaneler uydurmaktadır.
    "Biz onlara melekleri de indirseydik, kendileriyle ölüler de konuşsaydı ve her şeyi karşılarında (hakikatın şahidleri olarak) toplasaydık Allah dilemedikçe yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmiyorlar." (En'âm: 111)
    Yahu mâdem sen dilemedikçe kimse inanmaz.
    O zaman; önceki peygamberleri mucizlere neden vesile yaptın ?
    Kureyş'e neden mühlet veriyorsun ?
    Bizleri neden "imtihan" ediyorsun ?
    Mûcize görüp de inanmadan ölenler Cehennemde ebedi kalırken,
    Mûcize görmeden ölenler, bir müddet yatıp çıkacak mı ?
    Mûcizelere rağmen inanmayacak kadar "inat" edenler; kendilerine "mühlet" verildi diye hidâyete mi erecekler ?
    Bu durumda mühlet, mucizeden daha mühim bir iman aracı olmuyor mu ?
    Ne demişti bir zamanlar süper star Ajda Pekkan ?
    Palavra, palavra, palavraaaa...
    *
    Kureyş, sâdece mûcize istemiyor.
    Muhammed'e meydan okuyup; "Hadi Allah'tan iste de, başımıza taş yağdırsın" diyorlar.
    "Hani onlar, "Ey Allah'ım, eğer şu (Kur'an) senin katından inmiş hak (kitap) ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir" demişlerdi." (Enfâl: 32)
    Âyetteki bir ayrıntıya çok dikkat edilmeli.
    "Eğer gerçekten sen Tanrı isen, her şeyin sahibi isen, hadi başımıza taş yağdır" demiyorlar.
    "Kur'an senin katından inmiş ise" diyorlar.
    Yâni, müslümanların "müşrik" deyip burun kıvırdığı insanlar, zâten Allah'a inanıyor.
    Şahidi de bizzat Kur'an.
    "And olsun ki onlara: «Gokleri ve yeri yaratan, gunesi, ayi buyrugu altinda tutan kimdir?» diye sorarsan, suphesiz «Allah'tir» derler..." (Ankebut:61)
    Demek ki Kureyş Allah'ı inkâr etmiyor; Muhammed'in elçilik iddiasına karşı çıkıyor ve "Eğer doğru sözlülerden isen, bize bir mucize göster" diyorlar.
    Bu da gâyet doğal bir istek değil mi ?
    "Son peygamber "olduğunu iddia eden, 1400 sene önce yaşayıp ölmüş, hiç görmediğin Muhammed'e şahitlik ediyorken; Kendine ait tv kanalında her gün arz-ı endâm eyleyip, vaaz-ü nasihâtte bulunan, "resul" olduğunu ileri süren Evrenesoğlu'na neden inanmıyorsun ?
    Bunu ölçüsü, kaydı, şartı nedir ?
    Muhammed'in de mucizesi yok, Evrenesoğlu'nun da.
    Bir Tanrı var ise eğer ve bizler de onu nesnel/somut olarak görebilecek güç ve kapasitede değilsek; o zaman aklımızla, O Tanrının şaşmaz-değişmez ilkelerini farketmeliyiz.
    Mucize ile inanan Tanrıya değil, gördüğüne inanmış olur.
    Zâten mûcize, Tanrının varlığını kanıtlamak için değil, elçilik iddiasında bulunan kiş(ler)in elçiliğini ıspatlaması içindir.
    E, Muhammed'de böyle bir durum olmayınca;
    Yanında kelle uçuracak fedâileri, tüm Arap yarımadasını istilâ edecek ordusu bulunmayınca;
    "şefkat"(!) damarları kabarıvermiş.
    frown
    Güçsüz bir insanın kendisine kötülük edene ses çıkar(a)maması, "Ben affedersem Allah da bana 'öte taraf'ta karşılığını verir" diye düşünmesi, zâten doğaldır.
    Mühim olan, muhatabından intikam alacak gücün kudretin olduğu zaman kendine hâkim olabilmektir.
    Muhammed, kendisinden mûcize istendiğinde çok şefkatli ve merhametlidir.
    Neden ?
    Çünki; mucize istendiği dönem Mekke dönemidir ve gelenleri tehdit etme öldürme imkânı yoktur. Medine'ye geçip de, çevresinde bir miktar fedai toplanınca, kendisini eleştiren/hicveden insanları suikast ile öldürtür. Bunların içinde 120 yaşındaki şâir Ebû Afek ve beş çocuk annesi dul Esma binti Mervan da bulunmakta. Ka'b bin Eşref'!in adını duymayan müselman yoktur zâten.
    Kureyzâ'ya ne oldu Kureyzâ'ya.
    Neden Kureyzâ'nın affedilmesi istendiğinde 'Şefaatçi' olarak başka birini değil de, esirler hakında ne düşündüğünü daha önceden bildiğin Sâd bin Muaz'ı seçtin ?
    Halbuki Ben-î Nâdir ve Ben-î Kaynuka Yahudilerine şefaat için, münafık Abdullah bin Ubeyy'in şefaatini yeterli görmüştün.
    'Önceden bildiği' noktasındaki iddiamın kanıtı aşağıda.
    Alıntı
    İbn İshak dedi ki: «Müslümanlar, (Bedir savaşı sonunda) müşrikleri esir almaya başladıklarında Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Muaz'ın yüzünde bir hoşnutsuzluk sezdi. Müslümanların, müşrikleri esir almalarını tasvip etmediğini anladı ve ona şöyle dedi:
    - Ey Sa'd! Öyle sanıyorum ki Müslümanların yaptıklarını beğenmiyorsun. Öyle değil mi?
    - Evet vallahi, Ey Allah'ın Rasûlü! Bu, Cenâb-i Allah'ın müşriklere vurduğu bir darbedir. Onların bellerinin kırılıp öldürülmeleri, bence esir alınıp hayatta bırakılmalarından daha iyidir!»
    İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/428
    Sâd bin Muaz Hendek savaşında ağır yara almış, ana damarlardan biris kopmuştur. O günün şartlarında güçlükle müdâhele edilerek kanaması durdurulmuş ve Medinede tedâvi edilmektedir. Muhammed'in kendisini Kureyzâ kalesine çağırdığını işitince yaralı vaziyette bir merkebe binerek yolla koyulur. Kureyza hakkındaki hükmünü verip Muhammed'i sevindirir. Fakat yaralı halde yolculuk ettiğinden kesilen damarı tekrar açılır ve kan kaybından ölür.
    Sâd, daha önce ölmüş olsaydı, Muhammed Kureyzâ'yı katletmek için başka ne gibi bir 'çözüm' bulacaktı kim bilir ?
    Kendi kavminin müşriklerine şefkat kanatlarını gerip, mucize istediklerinden ötürü azab görecekler diye Allah ile onlar arasına perde olurken, Allah'ın bir zamanlar seçip âlemlere tercih ettiği İsrâiloğullarına mensup Ben- î Kurayzâ'ya neden acımadın ?
    Ayrıyeten Allah, ezel ve ebed ilme sahip değil midir ?
    Kimlerin iman edeceğini, kimlerin etmeyeceğini bilmiyor mu ?
    "Ben dilemedikçe kimse iman edemez" sözü kime âit ?
    O zaman mucize isteyenlere müddet vermenin anlamı ne ?
    Bir bilen büyüğümüz ne buyurmuştu vakt-i zamânında ?
    "Dün, dündür, bugün bugündür."
    E, kızmayın adama.
    Eğer Kur'ana inanıyorsanız, bu söze de inanmanız gerek.
    *
    Şimdi yazacaklarımın bu başlıkla bir ilgisi yok ama; "günün mânâ ve önemi"ne binâen, yazma ihtiyâcı hissettim. Ramazanda iftar sofraları hazırlanır. Bu sofralara Türkiyede yaşayan Yahudi ve Hristiyanların ruhbanlarından, makamca en üst düzey olanları çağrılır. Yahudi; MESİH'in mesihliğini kabul etmez; Muhammed'e inanmaz. Hristiyan Muhammed'e inanmaz. Müslüman, Mûsâ'ya ve İsâ'ya ismen inanıp kabul eder ve fakat, şeriatini kabul etmez. Ama ne hikmetse, iftar sofrasında hep birlikte el açıp dua ederler. Ya da, edilen dualara "Âmin" derler.
    Bu ne riyâkârlıktır Ya Hu ?
    Ben bir "Tanrı" olsam; aklen inanacak bir vesile bulamadığı için dürüstçe ve mertçe inanmayan - dikkat edin inkâr eden demiyorum - insanları ödüllendirir; "İnadım" dedikten sonra aslında birbirlerinin inançlarını kabul etmedikleri halde, bir araya gelip riyâkârca dua edenleri de huzurdan kovarım.
    Bu da benim adâlet anlayışım.

    İmza