Öncelikle genel olarak kastettigimiz sey olan "Ruh", anladığımız anlamda "hafıza" değildir, akıl da değidir. "Ruh=akıl" görüşü hatalı. Hafıza ve akıl ruhun kullandığı küçük birer birim olabilir yalnızca. Zaten öğretiye göre bizi "biz" yapan esas olgu da basitçe şu anki "hafıza"mız ya da aklımız değildir, gerçek hafıza (ruh) bilinçaltının da derinliklerinde (bilimsel anlamdaki bilinçatından değil ruhsal öğretilerdeki bilinçaltından bahsediyorum) yatan kozmik birikim enerjisidir, şu anda kullandığımız yüzeysel hafıza da bu enerjiden güç alır, zihin veya akıl ya da ego "ruh" değildir, denilebilir ki bu olgular ışıklarını ruhtan alırlar yani bütün güçlerini ruh'tan alırlar ama ruh değildirler , ruh değişmez, gelişmez ve sonsuzdur bozulmaz oysa ki zihin ve akıl sürekli değişir, gelişir veya bozulur. (sarhos olma, akil hastasi olma gibi orneklerde oldugu gibi))
Ruhu bilgisayarda software'e benzetebiliriz (yazılım), yazılım hardware(donanım) değildir, donanımdan bağımsızdır da diyebiliriz ama eğer bilgisayar içinde faliyet gösterecekse hardware'e yani donanıma ihtiyaç duyar. İşte ruh da bir nevi software'dir bu bedeni yönetebilmek için de donanıma yani beyne ihtiyaç duyar, beyni enstrüman olarak kullanır.
Yani bir bilgisayar yazılımının, donanımdan ayrı bir şey olmasına rağmen, o bilgisayarda "çalışabilmesi" için donanıma (hardware) ihtiyaç duyması gibi, özünde maddeden apayrı bir doğası olan ruh da maddesel bedeni yönetebilmek için, bedende işleyebilmek için beyne ihtiyaç duyar ve nasıl ki örneğin bir bilgisayarın işletim sistemi ve ekran kartı sürücüsü olmasına rağmen, ekran kartı arızalanır da görüntü gelmezse; beynin bir kısmı ya da tamamı zarar görürse ruh da bilinç görüntüsü vermez ya da bozuk verir. Ekran kartı donanımsal olarak zarar gördüğünde çalışmadığında "ekran kartı yazılımı yok" diyemememiz gibi, beyin de hasar görüp ruh enerjisinin kullanamayacağı duruma gelirse "ruh yok" diyemeyiz.
Ruh olgusunu at arabası örneğiyle de somutlayabilmemiz mümkün.
Bir at arabası düşünelim:
At arabasındaki sürücü "ruh"tur, atlar duyu organlarıdır, sürücünün yani ruhun atları yani duyu organlarını yönetebilmek için elinde bulundurduğu dizginler ise zihindir/akıldır. İki tekerlekli o araba ise bedendir. Eğer sürücünün yani ruhun, enstrümanları yani dizginleri (aklı ve zihni) ve atları (duyuları) olmazsa at arabasına yani bedene hükmetmesi mümkün değildir. Bunlar olur ama aksarsa yine sağlıklı bir şekilde hükmetmesi mümkün değildir.
Bedeni yönetmek isteyen ve maddenin zıttı olan ruh, eğer maddesel bir takım enstrümanları olmazsa maddeye hükmedemez yani maddesel bir varlıkta "bilinç" gösteremez kendini maddesel olarak "ifade" edemez.
Gece tek bir ay ışığının ve ay yansımasının, dünyada su üstlerinde milyonlarca olarak görülmesi gibi, tek bir ruh da maddesel dünyada "yanılsama" sonucu çok sayıda imiş gibi görünür. Aslında tek bir ruh vardır, bölünmez, parçalanmaz bütün canlılardaki ruhsal enerji kaynağı bu tek ruhtur.
Peki ya olum? Beyin ölümü olduğu zaman ruh, yukarda da bahsettiğim enstrümanını kaybetmiştir o nedenle artık o bedenle ilişkisi kalmaz, beden artık o ruh için “eskiyen yırtılan artık giyilemeyecek durumda olan elbise” gibi olmuştur vücudun beyin ölümünden sonra hayatta olmasının nedeni de “ruh/bilinç” değildir “prana”dır.. Prana kavramı doğu felsefesine ait bir kavramdır doğanın vital enerjisidir ve Hint sisteminde kaynağı sembolik anlamda “güneş” olarak gösterilir ve basitçe “enerji” ya da daha literal bir şekilde “doğanın, hareket sağlayan güç olgusu” denebilir, bu kavramı yukarda verdiğim örneğe eklersek: Ruha yazılım, beyne donanım demiştik prana da o donanımın çalışmasını sağlayan elektrik enerjisi olabilir. Beyin öldüğünde ama vücut hala hayattayken yine örnekten gidersek, donanım (beyin) yanmıştır, bitmiştir yazılım artık yoktur ama elektrik akımı/prana(vücut) devam edebilir.
Ruhun/bilincin "bilinçli" olabilmesi için maddeye ihtiyacı yoktur ama maddesel yanılsama dünyasında ruh/bilinç, "cehalet" denilen bir olgu yüzünden kendini ego zihin akıl ve diğer maddsel enstrümanlarıyla özdeşleştirir ve kendisi olamaz, ruhun enstrümanları olan akıl zihin..vs kendini maddesel yanılsama dünyasına hapseder ve algı seviyesi buna göre olur zaten bu enstürmanların ruhsal boyutta görevi ve varlığı da yoktur ayrıntılara aşağıda değineceğim:
Önce “ben” olgusuna değinirsek:
“Ben”in bilincin/ruhun özüyle doğrudan ilgisi yoktur çünkü “ben” en başta sahte bir olgudur, “ben” aslında gerçekte/özde hiçbir zaman var olmadı, bir su damlasının okyanustan ayrılıp “su damlası” ismiyle yanılsama dünyasında bir sıfat kazanıp, gerçekte/ aslında kendisinin de okyanus/okyanustan bir parça olması gibi, “ben” olgusu da kendini maddesel dünya ve ego ile özdeşleştirmiş olan bireysel ruhun cehaletidir. İşte bu cehaletin kaybolmasına doğu dinlerinde “nirvana” denir. Bir su damlası yani “ben” eninde sonunda okyanusa yani sonsuz bilinç okyanusuna döner ona karışır onunla bir olur, onda kaybolur böylece ortada “ben” kalmaz ego erir tek kalan şey ruhun, sonsuz bilincin özü olan saf mutluluk, ve bilgidir. Peki “ben” yoksa kim algılayacak bu sonsuz mutluluğu? İşte bu kısımda yazılacak çok şey var ama anlaşılması çok zor çünkü biz her şeyi “ben” eksenli düşünürüz ve yanılsama dünyasına doğamız bu, yanılsama dünyasında düalizm varken bilinç okyanusunda monism vardır, nihai sonuçta “ben” olgusu sonsuz bilinç olgusunun içine karışıp “o” haline gelir artık “ben” (su damlası) yoktur “o”(okyanus) vardır
Derin uyku ve bilinç/ruh konusuna gelirsek:
(rüya olgusunun da olmadığı)Derin uyku aşamasında dışsal bilinç ve buna bağlı olan bütün algılayış ve düşünceler yok olur çünkü ruhun dışsal dünyayı ve bunlarla ilgili düşünceleri algılayacak bütün enstrümanları (Başta zihin, akıl ve hafıza olmak üzere)kapanır, bu aşamada ruh sadece kendisidir ve sadece kendisiyle birliktedir. Bu, ruhun yapayalnız olduğu aşamada sonsuz huzur durumunda olduğu söylenir (ama uyanınca hiçbiri hatırlanamaz) Hint sistemine göre insan ruhunun doğası düalist değil monisttir, sosyallik değil yalnızlıktır, ancak tam özgürlük anlamında yalnızlık ile huzur bulabilir. Bu, objelere ve maddeye, zihne, egoya bağlı olmamaktan kaynaklanan özgürlüğü de içine alır. Derin uyku aşamasında bilincin kapanması, Hint sisteminde Nyaya ve Vaiseshika okullarının kurulmasına neden olmuştur. Bunların görüşüne göre maddesel dünyayla ilgili sadece bilgi anlamında "bilinç" oluşabilmesi için, aynı sadece antenleriyle dokunma yoluyla dünyayı algılayabilen yaratıkların yaptığı gibi, ruhun da duyu, zihin ve akıl enstrümanlarını kullanarak maddesel objelerle "contact" yapması/temas kurması gereklidir. Zihin ve akılın objelerle temas kurması ile dünyayla ilgili bilinç oluşur denir. Normal Hint felsefe sisteminde ise bilinç, algıladığı objelere bağlı bir şey değildir, o objelerden ayrı olarak zaten vardır o olmasa zaten objeleri algılayacak bir olgu da olmaz. Yani ruhsal bilinç, objelerin zihin üzerinde bıraktığı izlenimler/bilgiler ve bunların duygusal yansımaları değildir,(bu ancak “bilgi” olabilir) bilinç bunları yapabilecek kaynak her şeyin kaynağı olan güçtür. Ruh yanılsama dünyasında enstrümanlarını kullanarak maddesel dünya ile ilgili bilgi edinir ve gerçek doğasına dönmeye çalışır aslında ruhun özü bilgi ve bilinçtir, herhangi bir şey bilmeye ihtiyacı yoktur ama yanılsama dünyasında kişisel ruhun evrimi amacıyla bilgi edinerek bu aşamalardan geçmek şarttır, Maya yani yanılsama dünyasının amacı ve neden var olduğu ise apayrı bir konu burada girmeyeceğim.
Derin uyku durumu ile ilgili bütün “sonsuz huzur ver mutluluk” olguları uyanınca tamamen ama tamamen kaybolur, hiçbir şey hatırlamayız sanki ben orada değildim denir... Çünkü normal (aydınlanmamış) insan (bireysel ruh) uyandığında doğası gereği egosu sayesinde kendini tamamen maddesel gerçekliğe ve enstrümanlarına bağlar ve kendini onlarla tamamen özdeşleştirir. Buna kısaca bu felsefi sistemde“cehalet” denir tıpkı ışıl ışıl olan güneşin önüne çok kalın kapkara yağmur bulutları gelip ışığı tamamen engellemesi gibi, cehalet de derin uyku aşamasında bilinçli olma gücünü engeller. Derin uyku aşamasının da kendisinde cehalet mi var yoksa cehalet uyandıktan sonra hiçbir şey hatırlayamamaktan mı ileri geliyor bu konuya girmeyeceğim. Zaten bu konu tartışılan bir konu. Özetle Bu durum ancak “aydınlanınca” aşılır ruhun bu singular olduğu sonsuz huzur bulduğu durumda bilinç de sağlanabilse “aydınlanma” gerçekleşmiş demektir.
Devam edecek...
OZAN FIRAT
http://mistikfelsefe.blogspot.com.tr/ Işığın ancak üzerinde yansıyacak bir şey olduğunda aydınlatma niteliğine sahip olması gibi,sonsuz gizem ışığı Tanrı da sonsuz evren şeklinde tezahür ederek sonsuz sayıda canlı bilincinin üzerinde yansıyıp aydınlanan ışık oldu.
Ruh ile alâkalı olarak yazdıklarınızı doğru anlayabildimse; Ruh'u beyin'e vücudumuzu da göz'e benzetebiliriz. Aslında gören beyindir. Göz; nesnelerden yansıyan ışığı, beyindeki görme merkezinin algılayıp şekillendirebileceği bir muhteviyâta getirip bu merkeze nakleder. Gören/algılayan/tanıyan/bilen/ayırd eden/karar veren beyindir. Lâkin tüm bunları sağlıklı biçimde yapabilmesi için göz'ün de sağlam olması gerekir.
MESİH;
"Bedeni öldüren, ama canı öldüremeyenlerden korkmayın. Canı da bedeni de cehennemde mahvedebilen Tanrıdan korkun." Matta: 10/28
buyurur. Burada, bir Ruh/Can/Beden gibi üç ayrı olgu ile karşılaşıyoruz. Sizin; yazılım/donanım/enerji benzetmenizde olduğu gibi
Esasen nesnel olarak hazırlayıp "test" edilebilecek husular değil bunlar. Bu itibarla, mantıklı gelen her anlatımın, gerçekte de böyle olduğu sonucuna varamayız. Misâl; NASA, Mars'ta çalıştıracağı uzay aracını test etmek için, bu gezegende karşılaşabileceği olumsuzlukları hesap ve tahmin üzerinden benzer bir ortam hazırlar. Araç test edilir. Dünyadki testleri başarıyla geçer ama, Mars'ta gerçek ortamla karşılaşılınca hiç hesapta olmayan problemler çıkabilir.
Demem o ki; Ruh'un beden aracılığıyla maddesel ortamla irtibata geçtiği fikri mantıklı görünse de şöyle de bir sorun ortaya çıkıyor. Ruh; Madde ile doğrudan iletişime geçemiyorsa, yine bir maddeden ibâret olan beynimizi nasıl kullanıyor ? Diğer taraftan; Ruh'Un madde ile irtibata geçememesi, bir eksiklik//noksanlık değil midir ? Kendisinde eksiklik noksanlık olan şey sonsuz/sınırsız/ölümsüz olur mu ?
"Olur" derseniz, eksikllikler de "sonsuz" yapılmış olmaz mı ?
Haklisiniz yaziyi okuyunca cesitli sorunlar ortaya cikiyor nedeni ise, aslinda bu yaziyi, zamaninda baska bir forumda, ateist bir arkadasa konuyu genel hatlariyla anlatabilmek icin, genel anlamda biraz da klasik Ruhcu (Spiritualist) perspektifen yazmistim, hatta dun de Hinduizm bolumune acsam mi diye de dusunmustum, cunku yazida klasik ruhcu perspektif ile Advaita perspektifini karistirmisim.(Konuyu arkadasa daha rahat anlatabilmek icin ve bazen de bilincsiz olarak) Spiritualist perspektife gore sorunuzun yaniti kisaca sudur: Beynin diger butun maddelerden farkli olarak, perispri denilen ruh ile onun bir sekilde baglanti kurmasina yarayan yari maddi nitelikte bir olgusu vardir. Iste bunun sayesinde ruh, beyin ile baglanti kurabilir. Tabi bunun gibi bir olgu da laboratuvar ortaminda (henuz) gozlemlenmemistir ancak gunumuzde norologlar beyin konusunda hala "cok az" sey bildigimizi de itiraf etmektedirler. Yani beynin gizemleri cozulebilmis degildir. Spiritualizme gore ruh sonsuz/sinirsiz olsa da tekamule muhtac mukemmel olmayan bir varliktir, maddeye hukmetmeyi ogrenmektedir.
Simdi de Advaita`ya/Hinduizm`e gore yanit vermek istiyorum.
Advaita`da genel anlamda "ruh" dedigimiz sey kisiliksiz "Tanri" kavrami ile aynidir. Bu Ruh, kisaca her seydir cunku her sey Atman`in icinde ortaya cikmis bir ruyadir ya da her sey Atman`in/Ruh`un gorunumunden ibarettir. Yani buna gore bilimsel olarak her seyin kaynagi olan madde+enerji toplami yani her seyiyle evren (ya da kisaca enerji) ruh/Atman/Brahman`in bir tezahurudur/gorunumudur. Var olan her sey bu gorunumdur. Bu ruh nihai gercekliktir var olan butun gorunumlerin kaynagi iste budur. Evreni ve icinde ortaya cikan seyleri "Ruhun icinde ortaya cikmis, ruya/ruhun gordugu ruya" seklinde adlandirabilecegimiz gibi "Her sey ruhun tezahuru" veya "ruhun hic degismeden donusumu" diye de adlandirabiliriz ayni seyi anlatiyor. Dolayisiyla ruh, olumsuz, her seyin kaynagi, sinirsizdir, nihai gercekliktir.
Bu ruh, iluzyon dunyasinda, herkesin icindeki tanik olarak nitelenir. Yani herkeste aynidir, herkes Ruh`ta birdir.
Bu perspektife gore, baslik altinda (ilk paragraf ve diger birkac paragraftakiler haric) kastettigim "ruh" kavrami Atman`a karsilik gelmiyor. Ancak kisilik ozelliklerini veren Body/mind/Intellect yani kisaca zihin/akil/yatkinliklar/egilimlere ruh deniyor. (yine ilke anlaminda yoksa ruhtan kastim hayaletimsi bir varli kdegil) Bu sisteme gore zaten beyin, akil/zihin denilen enerjinin yogunlasmis gross/kaba halinden ibarettir. Yani maddeyle iletisime gecen ve gelisen kendini gelistiren evrim geciren maddeye hukmeden sey zihin/akil/zeka/egilimler/yatkinliklar...vs dir. Anlayisa gore beyin olunce bunlar yok olmaz, butun bunlari bir dogumdan digerine tasiyan ilkeye "astral beden" denir, bedenden bedene gecen ve gelisen evrim geciren maddeye hukmeden..vs sey BMI (Body-mind-intellect) dir. Daha onceki yazimda bununla ilgili daha detayli yazmistim.
Sonucta baslik altindaki yazimi daha anlasilir hale sokuncaya kadar, "ruh" kelimesini okuyunca yukardaki 2 manadan birine isaret ediyor olarak algilayiniz lutfen.
Sevgilerimle,
http://mistikfelsefe.blogspot.com.tr/ Işığın ancak üzerinde yansıyacak bir şey olduğunda aydınlatma niteliğine sahip olması gibi,sonsuz gizem ışığı Tanrı da sonsuz evren şeklinde tezahür ederek sonsuz sayıda canlı bilincinin üzerinde yansıyıp aydınlanan ışık oldu.