Bilim ve Teknoloji

DNA: Hayat Kitabı

  • b T
    b T
    dunyadinleri.com/merkur-merkur
    buradaydı
    Cinsiyet : Bayan
    Şehir : İzmir
    Meslek : çevirmen
    Giriş : 16
  • Yazan : b T Tarih : Kategori : Bilim ve Teknoloji Cevaplar : 0 Okunma : 445 Beğeniler : 0
    DNA: Hayat Kitabı

    DNA: Hayat Kitabı

    1953 yılında James Watson ve Francis Crick adlı iki moleküler biyolog bilimsel açıdan dönüm noktası olan bir keşifte bulundu. Onlar DNA’nın ikili sarmal yapısını keşfetti. Bu ipliksi yapı, genellikle hücrenin çekirdeğinde bulunur ve DNA’yı bir nevi hayat kitabı haline getiren kodlanmış ya da “yazılı” bilgiler içerir. Bu muhteşem keşif biyoloji alanında yepyeni bir çağ başlattı!
    Peki hücrelerdeki “yazılı” bilgiler ne işe yarıyor?
    Dahası bu bilgiler ya da talimatlar DNA’ya nasıl yazıldı?

    HÜCRELERİN NEDEN BİLGİYE İHTİYACI VAR?
    Acaba bir tohum ağaca nasıl dönüşüyor? Döllenmiş bir yumurta insan haline nasıl geliyor? Ya da fiziksel özelliklerimizi nasıl edindik? Cevaplar DNA’nın içindeki bilgide saklı.

    DNA molekülü, basamakları olan uzun bir spiral merdivene benzer


    Karmaşık bir molekül olan DNA neredeyse her hücrede bulunur ve spiral bir merdivene benzer. İnsan genomunda, yani organizmamızdaki DNA’nın tamamında yaklaşık 3 milyar kimyasal “basamak” vardır.
    Bilim insanları bu basamakları baz çifti olarak adlandırır, çünkü her basamak kimyasal açıdan farklı iki bazdan oluşur ve bu bazlar dört çeşittir. Bunları adlandırmak için her bazın baş harfini, yani A, C, G ve T harflerini içeren dört harflik basit bir alfabe kullanılır.
    1957’de Crick şu fikri ortaya attı: Kodlanmış talimatlar, kimyasal basamakların art arda ve mantıklı bir sırayla dizilmesiyle oluşur. 1960’lı yıllarda bilim insanları bu kodu anlamaya başladı.
    İster kelime, isterse de ses veya resim şeklinde olsun bilgi birçok yolla depolanıp işlenebilir. Örneğin bilgisayarlar tüm bu işlemleri dijital olarak yapar. Canlı hücreler ise bilgiyi kimyasal olarak depolayıp işler; bu süreçte DNA kilit bir rol oynar. DNA hücrelerin bölünmesi ve organizmaların üremesiyle aktarılır. Ve bunlar tüm canlılarda görünen ortak özelliklerdir.

    Hücreler bilgiyi nasıl kullanır?
    DNA’yı her biri dikkatlice ve net ifadelerle yazılmış adım adım ilerleyen bir dizi yemek tarifine benzetebiliriz. Fakat bu tarifin sonucunda bir kek ya da kurabiye gibi yiyecekler değil, lahana ya da inek gibi canlılar ortaya çıkar.
    Elbette bu süreçler canlı hücrelerde tamamen otomatik olarak gerçekleşir, bu da DNA’nın ne kadar karmaşık ve gelişmiş bir sisteme sahip olduğunu gösterir.

    Genetik bilgi, ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere depolanmıştır; örneğin bu bilgi hasarlı ya da hasta hücrelerin yerine sağlıklı hücrelerin geçmesi ya da özelliklerin yeni hücreye aktarılması için kullanılır.
    Peki DNA ne kadar bilgi taşır?
    En küçük organizmalardan biri olan bakteriyi ele alalım.
    Alman Bilim adamı Bernd-Olaf Küppers şöyle diyor: “Bakteri hücresinin oluşmasını sağlayan talimatları içeren moleküler bilgi, insanların kullandığı bir dile aktarılsaydı bin sayfalık bir kitap yazılırdı."
    Bir kimya profesörü olan David Deamer ise yerinde olarak şöyle söylüyor: “İnsan, en basit canlının bile ne kadar karmaşık bir yapıya sahip olduğunu görünce şaşkınlığa uğruyor.”
    Ya insan genomuyla ilgili ne denebilir?
    Küppers insan genomu için “Birkaç bin cildin bulunduğu bir kütüphaneyi doldururdu” diyor.

    DNA: Kilit Tarihler

    • 1869 Kimyager Friedrich Miescher bugün deoksiribonükleik asit, yani DNA olarak adlandırılan organik bileşiği buldu.
    • 1900’lerin başı Biyokimyacı Phoebus Levene DNA’nın bazı kimyasal bileşenlerinin sırasını ve bunların zincir biçiminde bir molekül haline gelmek için nasıl birleştiklerini keşfetti.
    • 1950 Biyokimyacı Erwin Chargaff DNA’nın diziliminin türler arasında değişiklik gösterdiğini keşfetti.
    • 1953 Bilim insanları James Watson ve Francis Crick DNA’nın ikili sarmal yapısı olduğunu fark etti.

    “ANLAYABİLECEĞİMİZ BİR ŞEKİLDE YAZILMIŞ”

    Küppers ayrıca şöyle söylüyor: “DNA’yı moleküler ve genetik bir dil olarak tanımlarsak sadece bir benzetme yapmış olmayız.” O şöyle devam ediyor: “İnsanların kullandığı diller gibi bu moleküler genetik dilin de bir söz dizimi vardır.” Basitçe söylemek gerekirse DNA, talimatların nasıl bir araya getirileceğini ve uygulanacağını gösteren bir dil bilgisine yani çeşitli kurallara sahiptir.

    Bir “yemek tarifinde” olduğu gibi DNA’daki “kelimeler” ve “cümleler” de bir araya gelerek hücrelerin yapı taşları olan proteinlerin ve diğer maddelerin üretilmesini sağlar.

    Örneğin bu “tarif” kemik hücrelerinin, kas hücrelerinin, sinir hücrelerinin ya da deri hücrelerinin oluşumunu yönlendirebilir.

    Bir evrimci olan Matt Ridley şöyle yazdı: “DNA ipliği bilgidir yani kimyasal kodla yazılmış bir mesajdır ve bu mesajın her harfini bir kimyasal madde oluşturur.”

    Ridley ayrıca şunu dedi: “Şaşırtıcı olan ise bu kodun bizim anlayabileceğimiz bir şekilde yazılmış olmasıdır.”

    Tanrı ilhamıyla Kutsal Kitabın bir kısmını kaleme alan Davut peygamber duasında Yaratıcıya şöyle demişti: “Gözlerin beni ceninken gördü, bedenimin bütün kısımları . . . . Senin kitabında yazılıydı” (Mezmur 139:16).
    Her ne kadar Davut peygamber burada şiirsel bir dil kullanmış olsa da, onun sözleri diğer Kutsal Kitap yazarlarının kaleme aldığı sözler gibi tam olarak doğruydu. Bu kişiler eski toplumların gerçek dışı ya da mitolojik hikâyelerinden hiçbir şekilde etkilenmemişti (2. Samuel 23:1, 2; 2. Timoteos 3:16).

    BİLGİLER NEREDEN GELDİ?
    Genellikle bilim insanlarının yaptığı keşifler yepyeni sorular doğurur. Benzer şekilde DNA’nın keşfi de birçok soruya neden oldu.
    DNA’nın kodlanmış bilgiler içerdiği anlaşıldığında birçok kişi “Bu bilgiler nereden geldi?” diye sordu.
    Tabii ki hiç kimse ilk DNA molekülünün oluşumuna tanık olmadı. Bu nedenle hepimiz bu konuda bireysel olarak bir sonuca varmalıyız.
    Ancak bu sonuçları tahminlere dayandırmamız gerekmez. Birkaç karşılaştırmaya bakalım.

    • 1999 yılında Pakistan’da, üzerinde sıra dışı işaretler ya da semboller olan çok eski çömlek parçaları bulundu. Bu işaretler hâlâ çözülemedi, yine de onların bir insan tarafından yapıldığı düşünülüyor.
    • Watson ve Crick’in DNA’nın yapısını keşfetmesinden birkaç yıl sonra iki fizikçi uzaydan gelecek kodlanmış radyo sinyalleri aramak için çalışmalara başladı. Böylece çağımızdaki dünya dışı akıllı yaşam araştırmaları başlamış oldu.

    Peki bunlardan ne sonuç çıkarabiliriz?
    İnsanlar bilginin, bir çömleğin üzerindeki işaretler ya da uzaydan gelen radyo sinyalleri şeklinde bile olsa her zaman zekâ ürünü olduğu sonucuna varırlar. Ve bu sonuca varmaları için bilginin nasıl oluştuğunu görme ihtiyacı duymazlar.
    Ancak bilinen en karmaşık ve gelişmiş kod olan “yaşamın kimyasal kodu” keşfedildiğinde birçok kişi bu mantığı bir kenara bıraktı ve DNA’nın rastlantısal süreçler sonucu oluştuğunu öne sürdü.
    Peki bu düşünce mantıklı mı ya da bilimle uyumlu mu?
    Saygın bilim insanlarından bazıları öyle olmadığını düşünüyor.

    Bu kişilerin arasında Profesör Gene Hwang ve Profesör Yan-Der Hsuuw da var. Şimdi onların bu konuda söylediklerine bakalım.

    Gene Hwang genetiğin matematiksel temeli üzerinde araştırmalar yapıyor. O bir zamanlar evrime inanıyordu ancak araştırmaları görüşünü değiştirmesine neden oldu. Uyanış! dergisine şunları söyledi: “Genetik alanında yaptığım çalışmalar sonucu yaşamın işleyişini daha iyi anladım. Bu öğrendiklerim bende Yaratıcının zekâsına karşı büyük bir hayranlık uyandırdı.”

    Profesör Yan-Der Hsuuw, Tayvan Ulusal Pingtung Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’ndeki embriyo araştırmalarını yönetiyor. O da bir zamanlar evrime inanıyordu. Ancak bu inancı, yaptığı araştırmalar sonucunda değişti.
    Yan-Der Hsuuw hücre bölünmesi ve özelleşmesi hakkında şöyle dedi: “Doğru hücrelerin, doğru sırayla ve doğru yerde oluşturulması gerekiyor. Hücreler bir araya gelerek önce dokuları sonra da organları ve uzuvları meydana getiriyor. Böyle bir sürecin talimatlarını yazmayı herhalde hiçbir mühendis hayal bile edemez. Gerçekten, bir embriyonun gelişmesi için gereken talimatlar DNA’ya büyük bir ustalıkla yazılmış. Bu mükemmel düzen üzerinde düşündükçe, yaşamın Tanrı tarafından tasarlandığına ikna oldum.”

    1. Profesör Gene Hwang; 2. Profesör Yan-Der Hsuuw


    Gene Hwang (solda) ve Yan-Der Hsuuw

    BİLGİLERİN KAYNAĞI ÖNEMLİ Mİ?

    Adil olmak gerekirse evet! Eğer her şeyi yaratan Tanrıysa, evrim değil Tanrı yüceltilmelidir. Ayrıca zekâ sahibi bir Yaratıcının eseriysek, bizi yaratmasının bir nedeni olmalı. Yaşam kendiliğinden meydana gelen süreçler sonucu oluşsaydı var olmamızın da bir nedeni olmazdı.
    Gerçekten de birçok kişi sorularına tatmin edici cevaplar arıyor. Nöroloji ve psikiyatri profesörü olan Viktor Frankl şöyle diyor: “İnsanın anlam arayışı, . . . . yaşamındaki temel bir güdüdür.” Başka bir deyişle gidermeyi arzu ettiğimiz manevi bir ihtiyacımız var. Tanrı tarafından yaratılmasaydık böyle bir ihtiyaca sahip olmazdık. Peki bizi yaratan bir Tanrı varsa bu ihtiyacımızı karşılamamız için bir araç sağlamış olabilir mi?

    Kutsal Kitap bu soruyu şöyle cevaplar: ‘İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Yehova’nın ağzından çıkan her sözle yaşar’ (Tekrar 8:3). Yehova’nın Kutsal Kitapta kayıtlı sözleri, milyonlarca kişinin yaşamına anlam kattı ve gelecek için onlara bir ümit sağladı (1. Selanikliler 2:13). Dileriz ki Kutsal Kitabın sizin üzerinizde de benzer bir etkisi olur. Ancak her ne olursa olsun bu kitap gerçekten de okunmaya değer bir kitaptır.

    Evrim Bilimsel Bir Teori mi?
    Bir teoriyi bilimsel yapan nedir? Encyclopedia of Scientific Principles, Laws, and Theories adlı ansiklopediye göre Albert Einstein’ın yerçekimi teorisi gibi bilimsel bir teorinin şu şartları karşılaması gerekir:

    1. Gözlemlenebilir
    2. Kontrollü deneylerle tekrar edilebilir
    3. Doğru tahminlerde bulunur

    Bu noktalar ışığında evrimin bilimsel bir teori olduğu söylenebilir mi? Evrim süreci gözlemlenemiyor, deneyler yoluyla tekrar edilemiyor. Ayrıca bu teori doğru tahminlerde de bulunamıyor. Peki evrim bilimsel bir hipotez olarak kabul edilebilir mi? Aynı ansiklopediye göre hipotez, teoriye kıyasla “daha çok varsayıma dayanan bir gözlem” olmakla birlikte, teori gibi “genelde, deneysel olarak test edilebilecek çıkarımlara temel oluşturur.”
    Uyanış! | Ağustos 2015 dergisinden alınmıştır.

    İmza