Şeytana Tapanlar

Ana Sayfa Dünya Dinleri Şeytana Tapanlar Mukaddes kitaplarda Şeytan nedir, kimdir, hangi adlarla anılmaktadır

Mukaddes kitaplarda Şeytan nedir, kimdir, hangi adlarla anılmaktadır

Mukaddes kitaplarda Şeytan nedir, kimdir, hangi adlarla anılmaktadır
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Şeytana Tapanlar Yorumlar : 0 Okunma : 9063 Beğen : 0

Şeytan, “Satan” veya “İblis” kelimelerinin Türkçe karşılığıdır. Sa­tan; Kötü Ruh’un, Şeytan’ın, Baştan Çıkaran’ın, Karanlığın Prensi’nin, Tanrı’nın veTann’yı seven ve O’na kulluk edecek olan herkesin Büyük Düşmannın şahıslandırılmış şekli veya sembolü diye tanımlanmıştır. Eski Ahid’de “Şeytan” kelimesi esas olarak “düşman (îbranicesi adversary)” anlamına gelir. Aynı şekilde o; kötülüğün kaynağı, devam ettiricisi ve elebaşı olarak tanıtılmıştır. Genel anlamda Şeytan, kutsal metin­lerde, “Tanrı’nın karşısında yer alan fakat sonunda daima O’nun iradesi­ne bağlı kalacak olan kötü güce verilen isimdir”. Diğer isimleri ise; “kö­tü birisi”, “İblis”, “eski yılan” vs. dir.

İblis ise, kelime olarak “ümitsizlik, cesaretsizlik” gibi anlamlara gelmektedir. İslâmî literatüre göre, cinlerin başı ve Allah’ın huzurundan kovulan meleklerin lideridir. Diğer bir adı da Hâris’tir. Hâris de Arap­ça’da “bekçi” anlamına gelmektedir. Farsça ve Arapça’da geçen İblis’in, Hıristiyanlık’taki Şeytan’la eşanlamlı olduğu belirtilmiştir.

Şeytan, Arapça “şetane” kökünden; “rahmetten uzaklaştı, haktan uzak oldu”; “şâtâ” kökünden ise; “öfkeden tutuştu, helak olacak hale geldi” gibi manalara gelmekte olup bu özelliğinden dolayı cinlerden ve hayvanlardan isyan eden ve zarar veren her şeyin adı olmuştur. Bu an­lamda bir canavar veya yılana da “Şeytan” denilmiştir. Aynı şekilde hased, öfke gibi insana mahsus olan her kötü huy ve davranış da “Şeyta­ni” olarak nitelendirilmiştir. Şeriat örfünde ise Şeytan; Yüce Allah’ın Âdem’e secde emrine karşı gelip isyan ettiği için ilâhî huzurdan kovulan ve insanların amansız düşmanı olan, cin taifesinin inkârcı kesiminden gizli bir varlıktır. Diğer isimleri ise; Garûr, Vesvâs, Hannâs, Kâfir, Sağır, Mârid, Tâif, Fâtin, Mel’ûn, Mezmûm, Medhûr, Kefûr, Adüvv, Mudili ve Merîd’dir.

Şeytan’ın, yaratılıştan itibaren Âdem’e secde etmeyişi ve Allah’ın huzurundan kovuluşu macerasını; diğer bir ifadeyle, ona İblis ve Şeytan isimlerinin verilişini kavramsal çerçevede üç aşamada ele almak mümkündür:

1- Azazil (veya Azazel): Şeytan ın, Âdem e secde etme emrinin ve­rilişinden önceki ismidir. Arapça karşılığı Hâris'tir. İslâm kaynaklarında anlatıldığına göre Allah, meleklere, Âdem'e secde etmelerini emrettiğin­de Azazil, “Ateşten yaratılan birisi (yani ölümsüz bir varlık), çamurdan yaratılan birine (yani ölümlü birine) niçin secde edecekmiş? gibi bir itiraz ileri sürerek, bu secde emrini yerine getirmedi. Bunun üzerine Al­lah, Azazil’i cennetten kovdu ve ismini de İblis’e çevirdi". Jung’un, “Fallen Angelles in Jewish, Christian and Mohammedan Literatüre (Yahudi, Hıristiyan ve Muhammedi Literatürde Allah ın Huzurundan Kovulmuş Melekler)” isimli eserinde İbn Abbas’tan nakline göre o, iyi mevkide bir melek olarak, bir zamanlar cennetin hazinedarı idi. (Belki de bu görevinden dolayı kendisine aynı zamanda Hâris deni­liyordu. Yukarıda da ifade edildiği gibi Hâris, Arapça’da “bekçi” anla­mına geliyordu). Keza Beckford, doğuya ait macera romanı Vathek’te Ihlis’i şöyle tanıtmıştır: “Tanrı’nın huzurundan kovulmadan önce ona (Ihlis’e) Azazel deniliyordu. Âdem yaratıldığında Tanrı tüm meleklere, Adem’e secde etmelerini emretti. Fakat İblis bunu reddetti”. Bu ifadeler, Kehf, 18/50 de yer alan şu Kur’ânî anlatımla benzerlik arzetmektedir: Hani biz meleklere: Âdem’e secde edin demiştik; İblis hariç ol­mak üzere onlar hemen secde ettiler. İblis, cinlerdendi; o yüzden Rabh emrinden dışarı çıktı...”.

Yahudi geleneğinde Azazel’den, ilk insan olan Âdem, Tanrı’ya ve cennetteki diğer varlıklara arzedildiğinde, Tanrı’nın emriyle Âdem’e irde etmeyi kabul etmeyen bir melek diye söz edilmiştin Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında Azazel, Azael, Hazazel şeklinde geçen bu keli­meye Kur’ân’da ve sahih hadis kitaplarında rastlanmaz. İbn Kuteybe, \/.ı/il’i İblis’in isimlerinden birisi olarak açıklamıştır.14 Hallac-ı Man­ın ;ı göre de Azazil, Âdem’e secde etmediği için lanetlenmiş ve azledilmiştir. Önceleri gökte meleklere iyi, güzel şeylerden bahsederken sonra bu isyankâr tutumu yüzünden itibarını kaybetmiş olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. İblis ile Azazil isimleri arasında bir türeme ilişkisi vardır. Diğer müslüman yazarlara göre de Azazil; İblis ve Şeytanm kelimeleriyle belirtilen varlığın bir adıdır.

İbrani dilinde Azazel, “Tanrı tarafından desteklenmiş” anlamına gelir. Azazel, Keffaret Günü’nde (Yom Kippur) mabeddeki hizmette yer alan iki keçiden, halkın günahını yüklenen birinin gönderildiği yer veya meleğin adıdır. Ancak, kelimenin anlamı ve etimolojisi konusunda fark­lı görüşler ortaya çıkmıştır.

Tevrat’ın Levililer Kitabı’nda Azazel ile il­gili şu anlatım yer almaktadır: “Ve Harun bir kura Rab için ve o bir kura Azazel için olmak üzere iki ergeç üzerine kura çekecek. Ve Harun Rab için üzerine kura düşen ergeci takdim edecek ve onu suç takdimesi olarak arzedecektir. Fakat Azazel için üzerine kura düşen ergeci, onun için keffaret etmek, onu Azazel için çöle salıvermek üzere, canlı olarak Rabbin önünde durdura­caktır”.

Azazel, Hanok’un (İdris) Kitabı’nda, Allah’ın rahmetinden kovulan 200 kadar meleğin elebaşılarından biri olarak zikredilmiştir. O, erkekle­re kılıç ve kalkan yapmayı; kadınlara ise süslü giyinmeyi ve göz kapaklarını güzelleştirme sanatını öğretmiştir.

2- İblis: Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi Azazil, Âdem’e secde etmeyi kabul etmediği andan itibaren, “hayırdan umudu­nu kesmiş, pişmanlık ve üzüntü duyan” anlamında “İblis” adını almıştır. Kur’ân-ı Kerim’de Âdem’e secde söz konusu olan bütün âyetlerde özel­likle “İblis” kelimesinin kullanılmış olması, bunun böyle olduğunu gös­termektedir.

Yom Kipur nedir?

Yahudiler’in yıllık oruç günü olan Kefaret (Atonement) Günü’nün İbranice ismi­dir. Bu günün, Yahudi takvimine göre yedinci ay olan Tişri’nin onuncu gününe denk düştüğü kabul edilir. Bu da genellikle Ekim Ayı’ na tekabül eder. Yahudi hukukunda emredilen tek oruç olması, tüm Yahudiler’in Yom Kipur’a azami özen göstermelerini sağlamıştır. Bu gün; dua, iba­det ve Tanrı’yla olan bağların yeniden kurulması çabalarıyla kutlanmaya çalışılır.

3-Şeytan: İblis, Âdem’e secde etmeyişine gerekçe olarak; “beni du­mansız ateşten, onu ise çamurdan yarattınmı diyerek, hükümsüz bir bahane ve kendisine göre geçerli bir gerekçe gösterdiği ve Âdem’i cennetten çıkarmaya çalıştığı andan itibaren de “Şeytan” adını almıştır. Ginz-berg de, “The Legends of the Jevvs, I, 63” te Şeytan’ın ağzından şu benzer bilgileri vermiştir: “Sen beni dumansız ateşten yarattın ve ben top­raktan yaratılmış birine mi secde edeceğim?”. Bunun üzerine Tanrı İblis'i bir “Şeytan’a (devil)” dönüştürdü ve böylece o, şeytanların da babası oldu". G. Davidson’un belirttiğine göre, Şeytan’ın, Âdem’e secde etmeyi kabul etmeyişi ve “kendisinin dumansız ateşten, Âdem’in de ça­mından yaratılmış olma” bahanesindeki asıl vurgulamak istediği şey; ateşten yaratılanın ölümsüz, çamurdan yaratılanın ise ölümlü olacağı dü­şüncesidir.

ŞEYTAN KÖTÜLÜĞÜN BELİRGİN SEMBOLÜDÜR

Görüldüğü gibi “İblis” ve “Şeytan” isimleri, davranışına paralel olarak ona sonradan verilmiştir. Binaenaleyh, Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın huzurundan kovuluşundan itibaren bütün âyetlerde ısrarla “Şeytan” is­minin kullanılmış olması, Şeytan’ın aynı zamanda kötülüğün de mü­şahhas sembolü haline geldiğini göstermektedir.

Şeytan’a; Azazil, İblis ve Şeytan isimlerinin verilişi kavramsal çer­çevede ifade edildikten sonra, şimdi de, özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta zaman içerisinde oluşan Şeytan anlayışını -Eski ve Yeni Ahid'deki gelişme göz önünde bulundurularak- ele almak uygun olacak­tır.

Yahudilik'te “Şeytan” anlayışını “Sürgün Öncesi” ve “Sürgün Sonrası" şeklinde iki aşamalı olarak ele almak mümkündür. Yahudilik’te Şeytan fikri Sürgün Sonrası’na rastlar. Bu da muhtemelen İran düalizminin etkisiyle gerçekleşmiştir. Çünkü Sürgün Öncesi dönemde Yahve, iyiliğin de kötülüğün de mutlak kaynağı olarak biliniyordu. Diğer ta­raftan, Eski Ahid’de kötü ruhlar hakkında daha önceden bilgi verilmiş olmasına rağmen, “Şeytan” ilk defa Zekeriyya (m.ö 519) ve Eyüb’ün (m.ö 460) Kitapları’nda yer aimıştır.* M.Ö. 538’den sonra Şeytan, Ze­keriyya, 3/1-2’de, “düşman (İbranice adversary)” olarak tanıtılmıştır. Eyüb, 1/6 vd. ise o, Eyüb’e iftira eden ve ona zarar veren biridir. Bina­enaleyh, burada da Şeytan, “iftiracı” olarak takdim edilmiştir. “İftiracı” kelimesinin karşılığı da “Devil’dir. Yunanca “diabolos”tan türeyen ve iftira eden (slanderer) anlamına gelen “Devil” kelimesi, “kötünün (gü­nahkâr)” müşahhas hale getirilişini (personification) gösterir.

Düalizm nedir?

İyilik ve kötülüğün ya da ışık ve karanlığın birbirinden ayrı ve birbirine eşit derece­de olan ıkı ezeli ve ebedi güçten kaynaklandığı görüşünü savunan bir metafizik sistem; ikicilik ya da iki tanrıcılık demektir. (Gündüz, age, s. 103). Düalizmin en basit tanımı şöyledir: İki pren­sibin zıtlığı. Bu bir değer yargısını (iyi/kötü) ve kozmolojik, antropolojik, etik vs. bütün düzey­lerde realitenin hiyerarşik bir kutuplaşmasını ihtiva eder. (Bkz. Eliade, Mircea-Couliano, loan P., Dinler Tarihi Sözlüğü, çev. Ali Erbaş), İstanbul, 1997, s. 83).

Düalizm terimi, Thomas Hyde tarafından 1700 lerde kullanılmaya başlamıştır. Genellikle düalist sistemlerde düalizmin iki kutbunu oluşturan tanrısal güçler arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir çekişme ve mücade­lenin varlığı kabul edilir. Mecusilik ve Hinduizm başta olmak üzere, bütün gnostik dinlerde düalizme rastlanır.

Milton’un “Yitik Cennet’inde (Paradise Lost) ise “Devil”; Lusifer veya Şeytan’ın önderliğinde Tanrı’ya isyan eden ve neticede cennetten cehenneme sürülen meleklerden birisi olarak tanımlanmıştır.

Görüldüğü gibi Şeytan’ın “iftiracı birisi” olarak Eyüb’ün Kitabı’nda kazanmış olduğu “kötü” özellik, beraberinde “Devil” kavramını getir­miş ve bu kavram da, dünyanın tanrısal yaratılışa dayanılarak açıklanma­sı ve kötülüğün kaynağı problemini ortaya çıkaran İlâhi takdir veya Tan­rı inayeti anlayışına sebebiyet vermiştir. Böylece “kötülüğün kaynağı”problemi gündeme gelmiştir. Daha önceden, iyiliğin de kötülüğün de kaynağının Tanrı olduğuna inanılıyordu.

Dolayısıyla bu konu ile ilgili olarak Dinler Tarihi’nde iki farklı izah getirilmiştir:

1- İyiliğin de kötülüğün de kaynağı ve aynı zamanda hem yaratıcı hem de yok edici olan, dolayısıyla karışık bir tabiata sahip bulunan en büyük tanrı anlayışı. Eski Hint ve İran dinlerindeki Şiva, Vişnu, Zurvan gibi tanrılar buna ör­nek gösterilmektedir.

2- Hâkimiyet için devamlı mücadele eden birbirine zıt “iyi” ve “kötü” güçlerin âlemi olan dünya anlayışı. Zerdüştilik, bu tür düalizmin klasik örneğini teşkil eder. Bu düalist anlayışa göre kötü prensip “Ehrimen” bir “Devil” ile etki içerisindedir. Eski Mısır dininde Set, Budizm’de de Mara böyle bir rol üstlenmişlerdir. Dolayısıyla Ehri­men ve Devil kötülük tarafını tercih etmişlerdir. İyi Prensip Hürmüz de kötülüğün karşısında yer almıştır.

Şeytan’ın Eyüb’ün Kitabı'nda üstlenmiş olduğu kötü rolle ortaya çıkan ve özellikle Zerdüştilik vb. dinlerde geliştirilen düalist anlayış çerçevevesinde gelişen düalizm teriminin şu iki anlamda kullanılabileceği belirtilmiştir:

1- Dünya’nın, “iyi” ve “kötü” prensiplerin mücadele yeri olarak yorumlanması. Buna dünya görüşü de denilmektedir. Bu, “hakikatın iki çeşitten ibaret olduğuna veya dünyayı kontrol eden iki asli gücün etkisi altında bulunduğuna inançtır. Buna metafiziki düalizm de de­nilmekledir. Monizm’in karşıtı olan metafiziki düalizm maddeyi ruhun karşısına koyar. Düalistik dinî anlayış da, ebedi olarak birbiriyle mücadele eden iki prensibe inancı ihtiva eder. Biraz değiştirilmiş düalist ananlayışı benimseyenler ise, Tanrı’nın; iyi ve kötü niyetler taşıyan kararsız bir tabiata sahip olduğunu iddia eder.

2- İnsan tabiatının Ruh ve Maddeye kesin olarak ayrılışı. Buna da insan görüşü denilmektedir. Bu görüşe göre insan; et veya beden gibi fizikî ve akıl, ruh, can gibi aklî veya ruhi iki esastan müteşekkildir.

Birinci şıkkın klasik örneği Zerdüştilik’tir. Fakat Zerdüşt, eski bir Hint-İran tanrısı düşüncesini -karmaşık bir tabiata sahip olduğu için- birbiriyle çarpışan iki prensibe ayırmıştır. Mesela Varuna-Mitra, Zurvan- Vayu gibi. Aynı şekilde Hinduizm’de Şiva ve Vişnu, karışık duygular beslerler. Bu özelliklerinden dolayı da hem yaratıcı hem de yok edicidir­ler. İşte Yahve de esas itibariyle karışık hisler besleyen bir özelliğe sa­hipti. Dolayısıyla Yahudilik, muhtemelen İran tesiriyle, ancak Sür­günden sonra, Şeytan düşüncesi vasıtasıyla iyilik prensibine sahip ola­bilmişti. Ancak bu Şeytan anlayışı, Zerdüştiler’de olduğu gibi, sonunda İyi Kötü’ye veya Tanrı Şeytan’a galip geleceğine inanıldığından, mantık­lı olarak birbirini tutan bir Şeytan anlayışı değildi. Diğer taraftan Hıris­tiyanlık, "Şeytan’ı İsa’nın gelişine kadar” aktif kabul ederek, Yahudi­lik'teki bu Şeytan anlayışını biraz değiştirilmiş şekliyle benimsemiştir.

Düalizmin birinci şıkkına uygun düşecek şekilde, eski Mısır’da yeni başlayan bir Şeytan anlayışı, Oziris’in kâtili Set’te ve geceleri güneş tanrısını tehdit eden ejderha Apophis’te ifadesini bulmuştur. Fenomenolojik bakış açısıyla da Şeytan’ın, dünyanın kararsız ve karışık tecrübe­sine karşı insanın reaksiyonunu temsil ettiğine inanılmıştır. Zerdüştilik'te, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta olduğu gibi, biraz değiştirilmiş bir Şeytan anlayışıyla, İyi’nin sonunda zafere ulaşacağı umudu yansıtılmak istenmiştir.

Düalizm’in ikinci türü ilk defa, Hinduizm’in kutsal metinleri arasında yer alan Upanişadlar’da, Samsara düşüncesinde ortaya çıkmıştır. Samsara, Hint düşüncesinde, Karma doktrinine tâbi olarak ruhun sürekli bir ruh göçü kısır döngüsünde olması durumudur. Doğumlar silsilesi diye de nitelen­dirilen bu telakkiye göre her insan, karmasına göre tekrar tekrar dünyaya gelecektir.

Batıda ise Plato tarafından geliştirilmiş olup ilk defa altıncı asırda Fisaporculuk ve Orfizm’de göze çarpar. Bu düalizm türü Orfik tabirle kısaca "soma (beden)”, “sema (bir mezar)” anlamında ifade edilmiştir.

Orfizim nedir?

M.ö. 6 veya 7. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Esas olarak ruhun (psyche) kaderi ile ilgilen­miştir. Homerik bakış açısının aksine, Orfizm’de ruh, dahili asli bir öz ve tabiatı gereği ölüm­süz olarak kabul edilmiştir. İnsan tabiatının ikili yapısı Dionysos-Zagreus (Zeus’un oğlu) mitin­de açıklanmıştır. Tanrısal çocuğu (Zeus’un oğlunu) öldüren ve yiyen kötü Titanlar (Titan, Yu­nan mitolojisinde muazzam kuvvet ve kabiliyeti olan kimse demektir) Zeus tarafından öldürül­müşler ve onların küllerinden insanlık; tanrısal Dionisian elementle (ruh) Titanik maddi ele­mentten (beden) oluşturulmuş ikili bir tabiata sahip olarak yaratılmıştır.

Böylece Plato’ya göre (Orfikler bedene (soma) ruhun mezarı (sema) adını vermişlerdir. Soma Sema; Yunanca, "beden hapishanedir” anlamına gelmektedir. Yani, nur dünyasına ait olan ruh, karanlık dünyasına ait olan maddi vücutta mahpus kalmış olup ancak ölüm vasıtasıyla kurtulabilir. Orfizm de ilk defa bu kelimelerle ifade edilen bu düşünce, hemen hemen bütün mistik dinlerde önemli bir yer işgal etmektedir. Orfizm’in Fisagorculuk’la ve muhtemelen Gnostisizmle de bazı ortak yönleri vardır.

Bu düşünce Diaspora (Sürgün, dağılma); Yahudiler’in genellikle tutsaklık, sürgün ve bazan da seyahat ve benzeri sebeplerle Filistin bölgesinden ayrılarak başka bölgelerde yaşamaya başlamaları de­mektir. Diaspoıa, M.Ö. 721’de İsrail krallığının ve Samarya’nın Asurlularca yerle bir edilme­siyle başlamışsa da, asıl Diaspora M.Ö. 586’da Babil Kralı II. Nabukadnezzar’m Yahuda’yı ve Kudüs’ü yakıp yıkmasıyla meydana gelmiştir. Yahudileri’ni, özellikle de Philo’yu etkilemiş ve Paulinian öğretide ve Gnostisizm’de yansıtılmıştır. Hıristiyanlığın insan doktrini, Yahudiliğin psiko-fizik bir organizma olarak insan geleneği ile Orpheo-Platonik görüş açısındaki uzlaşmayı temsil eder. Düalizm’in ikinci şıkkının en aşırı ve son şekli Maniheizm’de görülür.

Maiheizm nedir?

Mani (M.S. 215-275) tarafından kurulmuş, esas olarak düalistik bir yapıya sahip bir dindir. Mani’nin sistemi genelde uzlaştırmacı idi. Fakat esas olarak Zerdüştiliğin, Aydın­lık’la Karanlık arasındaki kozmik mücadeleden oluşan düalist anlayışından çıkarılmıştır. Bu düalist anlayış Gnostisizim türü insan doktrininde yansıtılmıştır. Bu doktrin, başlangıçta Işık zerreciklerinin maddi bedenlerde hapsedilmesi sebebiyle insanın maruz kaldığı ızdırap verici du­rumu açıklamıştır.

Düalizm’in bu şekli bedeni her zaman kötü veya ruhu kirletici olarak görmüştür. Bu düşünce genellikle ruhun bir vücuttan diğerine geçişi inancının da teme­lini teşkil etmiştir.”

Şu halde düalizm; en güçlü olarak Zerdüştiler ve Maniheistler’de ol­mak üzere, diğer pek çok dindar kimseler tarafından ortaya atılmış bir doktrindir. Bu doktrine göre birbirinin zıddı olan ve devamlı birbiriyle mücadele eden iki prensip veya güç vardır. Bunlar: İyi-kötü, Tanrı-dün-ya, madde-mana, ruh ve beden’dir. Metafizik düalizmin karşıtı da Monizm’dir. Monizm ise, yalnız bir varlığın mevcudiyetini savunan felsefi doktrindir. Bu anlamda İdealizm, Panteizm ve Materyalizmin hepsi Monist’tir. Diğer taraftan düalizmde madde, mana veya aklın zıddıdır.

Kitab-ı Mukaddes’e de yansıyan Şeytan telakkisinin sebebiyet verdi­ği düalist anlayış, zaman içerisinde “kötülük problemi” diye bir başka anlayışın geliştirilmesine yol açmıştır. O da “Evil” terimiyle karşılanmıştır. Evil, “iyiliğin karşıtı” demektir. Fakat Eyüb, Tanrı’nın yaratmış olduğu dünyada kötülüğün varlığından yakınan ilk kişi de değildir. Hı­ristiyan teologlar genellikle Tann’nın “iyiliği”ni, O’nun “her şeye gücü­nün yetmesi” ile uzlaştırmaya özen göstermişler ve daima bu problemin insan aklı ile çözülebileceğini itiraf ederek bu konudaki çabalarına son vermişlerdir. İslam da da, kötülük ve iyiliğin Allah’ın iradesinin sonucu olduğu kabul edilmiştir. Budizm’de ise, tüm varlığın kötü olduğu ve ni­hai mutluluğun hayat tekerleğinden kurtulup Nirvana’ya ulaşmakla el­de edilebileceği iddia edilmiştir.

Nirvana (Nibbana) nedir?

Budizm’e göre aydınlanmış ruhun tekrar tekrar vücut bulan (dünyaya gel­me) kısır döngüsünden kurtulması, buna son vermesi demektir. Nirvana, Hinayana mezhebine göre yokluk anlamına gelir. Mahayana ekolü ise onu, ruhun kavuştuğu metafizik bir mutluluk olarak algılar.

Hindular da, Budistler’le paylaşmış ol­dukları Karma doktrinine göre bir kimsenin şimdiki hayatta biçtiği şeyin daha önceki hayatta ekmiş olduğunun sonucu olduğunu ileri sür­müşlerdir.

Karma nedir?
Hinduizm’in temel öğretilerinden birisi olan Karma doktrini, acımasızca işleyen bir ahlak kuralı olarak değerlendirilmektedir. Karma, kısaca “ne yaparsan karşılığını görürsün” anlayışına yönelik evrensel bir sistemdir. Kast sistemini ve ruh göçüne inancı esas alan Hinduizme göre bütün varlıklar sürdürdükleri hayatta ortaya koydukları performansla bir sonraki yaşam biçimlerini tayin ederler.

Zerdüştilik ve Maniheizm gibi düalist anlayışı benimseyen .İmler, iki tanrı veya iki prensibin; daha doğrusu biri iyilikten diğeri de kötülükten olmak üzere, her şeyden sorumlu olduğu ve sonunda iyinin kötüye galip geleceği doktrini ile bu iyilik ve kötülük problemini çöz­müşlerdir. Evrim teorisi taraftarları da, insanlığın asırlar içerisinde ortaya çıktığı şartları düşünerek, “kötülük problemi” diye bir şeyin olmadığını söylemişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim ve Tevrat'ın anlatımıyla Cennetten Kovuluş

M Ö. 1. yüzyılda İblis, Yahudilik’te, Baştan Çıkarma hikayesinde geçen yılanla özdeşleştirilmiş ve dünyaya ölümü getirmekle suçlanmış­tır.

Hikaye Tekvin, 3/1-7’de şöyle anlatılmıştır:

Ve Rab Allah’ın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekarı olan yılandı. Ve kadına dedi: “Gerçek, Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi?” Ve kadın yılana dedi: “Bahçenin ağaçlarının meyvalarını yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında Allah: “Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki, ölmiyesiniz” dedi.” Ve yılan kadına dedi: “Kat’iyyen ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki, ondan ye­diğiniz. gün, o vakit gözleriniz açılacak ve iyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız.” Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi ve gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı ve onun meyvasından aldı ve yedi ve kendisiyle beraber kocasına da verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduğunu bildiler ve incir yaprakla­rının dikip kendilerine önlük yaptılar...”.

Benzer bir anlatım da Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde yer almaktadır: “(Allah buyurdu ki): Ey Âdem! Sen ve eşin cennette yerleşin, dile­diğiniz yerden (bol bol) yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz. Derken Şeytan çirkin yerlerini kendilerine göster­mek için onlara vesvese verdi ve "Rabbiniz, sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye sizi bu ağaçtan menetti, başka bir se­bepten değil" dedi. Ve onlara: "Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim" di­ye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini taddıklarında çirkin yerleri (avret mahalleri) kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üst üste yamayıp üzerlerine örtmeye başladılar...”'

Görüldüğü gibi Tevrat’ta ve Kur’ân’da anlatılanlar birbiriyle çok benzeşmektedir. Ancak, Tekvin’deki anlatımda Şeytan’ın yılan kılığında kamufle edilmesi veya yılanla özdeşleştirilmesi, belki de Tekvin’in ilk bölümlerinde yer alan ve Kur’ânî anlatıma da çok yakın olan bu husus, çok geç dönemlerde farkedilmiş gibi gösterilmektedir. Her ne kadar yı­lan kılığında veya yılanla özdeşleştirilerek verilmiş de olsa, Âdem’le Havva’nın cennetten çıkarılmasına sebebiyet verenin Şeytan olduğunda Tevrat ve Kur’ân’ın ittifakı görülmektedir.

Kötülükte insanüstü bir aracıya yapılan bu tür imalar, kısmen İran (Zerdüştilik) etkisiyle, Apokrif ( Yunanca’da “gizlenmiş” anlamına gelen bir terim olup genel manada dinî literatür içerisinde sahih ve otantik olarak kabul edilmeyen metinleri ifade eder.) literatürde dikkate değer bir gelişme kaydetmiştir. Şeytan; Satan, Sotona, Satanail, Satomail, Beliar ve Mastema gibi farklı isimler altında, “Işık Tanrısı’m reddeden” ve böylece cennetten atılan, aynı zamanda şeytanlar da denilen isyancı meleklerin başı, kötülük âleminin kralı, Havva’yı baştan çıkaran, ölümün ve tüm diğer hastalıkların sebebi olarak tasvir edilmiştir.

İncil'e göre Şeytan

Eski ve Yeni Ahidler arası literatürde Şeytan düşüncesinde belirgin bir gelişme meydana gelmiş ve Ahidler arasında geçen devrede kötünün şahıslandırılması gerçekleştirilmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi, bunun da genellikle İran etkisiyle mümkün olduğu söylenmiştir. Çünkü İranlılar, o dönemlerde gelişmiş bir melek ve Şeytan düşüncesine sahip­lerdi. Dolayısıyla bunların pek çoğunun sonraki Yahudi düşüncesine geçmiş olduğu düşünülmüştür. Söylendiğine göre, Eski Ahid tek başına bu düşüncelerden yoksundu. Bununla birlikte o, insanlara, tanrısal bir "düşman (adversary)” fikrini sunmuştur. Yukarıda da işaret edildiği gi­bi bu düşünce Eyüb’ün Kitabı’nın ilk iki bölümünde mevcuttur. İlk iki bölümde Şeytan, “Tanrı’nın oğullarından (tanrısal temsilcilerden) biri” olarak tanımlanmıştır. Onun; iyi insanların doğruluklarını test etmek üzere onlara felaketler getirme gibi, kendisine Tanrı tarafından verilmiş özel bir görevi de vardı.

Şu halde Eyüb’ün Kitabı’nda Şeytan, “düşman (adversary)” demektir ve “Şeytan” diye isimlendirilmelidir. Çünkü Şeytan’ın Eyüb’e karşı tavırları hep düşmanca olmuştur. “Düşman” kelimesinin İbranice karşıIığıı olan ve genellikle “Şeytan” için kullanılan “adversary” veya “adversaries” terimleri Eski Ahid’in önceki kitaplarında sıkça geçer. Fakat ge­niş manada “düşman” anlamını ifade eder. Balam hikayesinde de melek, "bir düşman” diye isimlendirilmiştir. İbranice kelime burada “bir Şeytan” olmaktadır. Ancak anlam Eyüb’dekinin aynısı değildir.

1. Krallar'da “düşman (adversary)” kelimesi dört defa geçmekte olup, her bi­ninle İbraniler “bir şeytan” ifadesini kullanmışlardır. Fakat her defasın­ın böyle bir kullanımla “bir insan düşman”a işaret etmek istemişlerdir, Zekeriyya, 3/1 vd. ise “düşman”, Eyüb’deki “düşman”la aynı rolü oynar; sanki o, bir davayı bitirmeye çalışan bir vekil gibi hareket eder ve baş rahip Yoşu’ya karşı bir suçlama getirir. Fakat I. Tarihler, 21/1 ’de bu rolde farklılık göze çarpar. Orada “düşman”ın rolü “insanları günaha teş­vik etmektir”. Aynı zamanda Tarihler onu, Davud’un yaptığı yanlıştan Yahve’yi sorumlu tuttuğundan, sakınılması gereken birisi olarak takdim eder.' Burada İbraniler “adversary” kelimesinin başından “the” takısını kaldırmışlardır. Bu durumda bu ifadenin ya “bir düşman” veya büyük bir ihtimalle uygun bir isim olarak “Şeytan” diye tercüme edilmesi gerekir. İşte sadece bu noktada ve Eski Ahid’in son kitaplarından birinde bu özel nüansla kullanılmıştır. Bu andan itibaren Şeytan veya diğer şeytani fi­gürler Yahudi düşüncesinde göze çarpmaya başlamıştır. Şeytan artık sa­dece insanların değil, Tanrı’nın da “düşmanı” sayılmaya ve günah ve kö­tülükten sorumlu tutulmaya başlamıştır. Aslında Yuhanna, “Şeytan’ın başlangıçtan beri günahkar olduğunu” söylemiştir. Şeytan hakkında Eski Ahid’de yer alan referanslarda da bu düşünce tekrarlanmıştır.

Şeytan hakkında Eski Ahid’e nazaran Yeni Ahid’de daha çok bilgi verilmiştir. Yeni Ahid’de, fevkalade günahkar varlıktan, ara sıra kullanı­lan Beelzebub (veya Beelzeboul ya da Beezeboul) ile birlikte “Şeytan” veya “İblis (ho diabolos)” şeklinde ayrı ayrı söz edilmiştir. Beelzebul ise, “şeytanların başı” anlamında kullanılmıştır. Aynı zamanda “bu dün­yanın prensi” veya “hava kuvvetlerinin reisi”' gibi ifadeler de yer alır. Yeni Ahid’de Şeytan daima Tanrı’nın düşmanı ve Tanrı’nın planlarını bozmaya çalışan biri olarak tanıtılmıştır. Matta ve Luka’da anlatıldığına göre, İsa, görevine ilk başladığı sırada Şeytan tarafından ciddi bir sınava tabi tutulmuştu. İsa’nın günaha teşvik edildiği sırada Şeytan, “dünyanın idarecisi” olarak gösterilmiştir. O zaman Şeytan İsa’yı, misyonuna uıılış ruhta devam etmeye teşvik etmişti. Fakat Şeytan bunu başara­mamış ve İsa’ya zarar verememişti. Bu ciddi sınama süreci tamamlan­dığında Şeytan, İsa’yı “bir süre” terketmişti. Ancak bu “bir süre” sözü, Şeytan'ın İsa ile olan mücadelesinin daha sonra tekrar başlayacağı anlamına geliyordu. Bunun böyle olacağı, İsa “tıpkı bizde olduğu gibi her hususta imtihan olunmuştu” cümlesinden de açıkça anlaşılmaktadır. Ancaak, Isa ile Şeytan arasında geçen bu mücadele tesadüfi değildi. İsa’nın hu dünyaya gelişinin esas amacı, “onun, Şeytan’ın kötülüklerini ortadan kaldırması” idi. Yeni Ahid’in her yerinde Tanrısal güçler ve “iyi” Şeytan tarafından sevk ve idare edilen “kötü” arasında büyük bir mücadele göze çarpmaktadır.

Bu mücadelenin sert ve şiddetli oluşunda hiç şüphe yoktur. Petrus, Şeytan, “İsa’yı yok etmek için onu aramak üzere kükreyen bir arslan gi­bi yürüdü” diyerek, onun vahşice düşmanlığını vurgulamıştır. Pavlus ise, aksine, Şeytan’ın “kötü birisi” tarafından kullanılmış olabileceğini düşünmüştür. Pavlus’a göre, eğer onun buyruğu altındakiler salah hizmetçileri suretine girerlerse, bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü Şeytan’ın kendisi de bir ışık meleğine (Lusifer) dönüştürülmüştür”

Kur'an-ı Kerim’de belirtildiğine göre annesi Hz. Meryem’i dünyaya getirdiğinde Allah’a: Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona *Meryem* adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş Şeytan'dan senin himayene bırakıyorum” (Al-i İmrân, 3/36) niyazında bulunmuş ve böylece Hz. Meryem de İsa (a.s) da Şeytan’m kötülüğüne karşı Allah’ın himayesine havale edilmişlerdi. Hz. Peygamber de, bir hadisinde; “...Hz. Meryem ve oğluna Şeytan dokunmamıştır” (Buhari, Enbiya, 44) buyurmak suretiyle bu ilahi korumanın gerçek­liiğine işaret etmiştir,

Ayrıca Pavlus, Efesoslular’a, “Tanrı’nın tüm zırhını bürünün ki, Şeytan’ın hilelerine karşı durabilesiniz” diye öğüt vermiştir.' Yine Pavlus’un mektuplarında, “Şeytan’ın tuzaklarına dair” referanslar vardır. Bu tür pasajların anlamı, Hıristiyanların, merhametsizce ve kurnazca hareket edilen bir mücadele ile meşgul olduklarını vurgulamaktır. Onlar; mücadeleden çekilme pozisyonunda olmadıkları gibi, basitçe “kötü da­ima kötü olacaktır” gibi bir varsayımda bulunacaklar da değildir. Zira cesur olmak kadar, aleyhte davranma tecrübesini yaşamaya da ihtiyaç vardır. Fakat kararlı muhalefet daima başarılı olacaktır.

Şeytan, muhalefetini sadece İsa ile sınırlı tutmamış; İsa’nın görev sü­resi boyunca sürekli olarak İncil’e de muhalefet etmiştir. Şeytan, Petrus haç düşüncesine karşı çıktığında ve İsa tarafından, “Sen benim arkama geç Şeytan” şeklindeki bir azarlama ile karşılaştığında, bunu İsa’nın mensupları vasıtasıyla başarmıştı. Şeytan’ın Petrus hakkında başka plan­ları da vardı, fakat İsa onun için dua etmişti. Şeytan aynı zamanda İsa’nın düşmanları arasında da dolaşmıştı. Çünkü İsa, kendisine muhale­fet edenlerden “Sizin babanız Şeytan” diye söz ederdi. Bunların hepsi. İsa’nın çarmıha gerilişi esnasında çektiği ızdırapta bir doruk noktasına varmıştır. Mesela Yahuda İskariyot’un İsa’yı ele verme işi, kötü birisinin faaliyetine hamledilmiştir. Şeytan, Yahuda’nın “içine girdi” O, Simon’un oğlu Yahuda İskariyot’un kalbine, İsa’ya ihanet etme fikrini yerleştirdi.’ Sonunda İsa, ümitle beklenen haç’la “bu dünyanın reisi ge liyor” diyecektir.

Şeytan, insanları da baştan çıkarmaya devam etmiştir. “Şeytan senin gönlünü niçin doldurdu...?” sözünden onun, sözde bir dindar olan Anaias’ın; “Sen Şeytan’ın çocuğu” sözünden de, Hıristiyan yolunun ıçık bir muhalifi olduğu söylenen Elymas’ın içine girerek iş yaptığı göze sapmaktadır. Şeytan’la ilgili genel prensip, Yuhanna’nın I. Mektubu, 3/8'de “Günah işleyen Şeytan’dandır” şeklinde verilmiştir. Böylece kendilerini Şeytan’a teslim eden insanlar, etki yönünden ona aittirler.

"Onlar Şeytan’ın çocukları olurlar." Yeni Ahid’de; “Şeytan’ın Sinago­gu" ve insanların ikamet ettiği o “yer Şeytan’ın da yeridir” gibi ifadelerle de karşılaşılmaktadır. Şeytan, misyonerlerin çalışmalarını da engellemeye çalışmıştır. Onun bir özelliği de, insanların kalplerine ekilen iyi tohumları alıp götürmektir. Şeytan, “kötü kimselerin çocuklarını” bu dünya üzerinde yayar. ”O bir kısım faaliyetlerle fiziki etkiler de meydana getirebilir. O daima becerikli ve aktif olarak tanıtılmıştır.

Fakat Yeni Ahid’de, onun sınırlanmış olduğundan ve mağlup edileceğinden kesin bir dille bahsedilmiştir. Onun gücü türemiştir. O, faaliyetini sadece Tanrı’nın koymuş olduğu sınırlar içerisinde icra edebilir.

Hatta o doğruya sebebiyet verme amacıyla öne sürülerek de kullanılmıştır. Isa, yelmiş kişi ile ilgili misyonunda hazırlayıcı (ön) bir zafer görmüştür. Yine İsa, “daimi ateşi”, “Şeytan ve melekleri için hazırlanmış” olarak düşünmüş ve Yuhanna, bunun meydana geleceğini gör­müştür.

Buraya kadar işaret edilmiş olduğu gibi, Şeytanla mücadele İsa’nın çarmıha gerilişinde dönüm noktasına varmıştır. Orada İsa ondan, “mağ­lup edilmiş” ve “mahkum edilmiş” diye söz etmiştir. Zafer ise, İbranilere Mektup, 2/14 ve Yuhanna’nın 1. Mektubu, 3/8’de açıkça söylen­miştir. Vaizlerin görevi de insanları “Şeytan’ın gücünden Tann’ya dön­dürmektir”. Pavlus, emin bir şekilde, “Barış Tanrısı yakında Şeytan’ı si­zin ayaklarınızın altında ezecektir” demiştir.

O.halde Yeni Ahid’in “Şeytan” diye bir varlık hakkmdaki şehadeti açıktır. Zarar vermek ve kötülük yapmak isteyen ve daima Tanrı’ya ve O’nun halkına düşman olan Şeytan bir realitedir. Fakat o; İsa’nın haya­tı, ölümü ve yeniden dirilişinde daha önce hükmen mağlup edilmiştir ve bu mağlubiyet İsa’nın tekrar gelişinde açıkça görülecek ve tamamlana­caktır. İlk Hıristiyan Soteriolojisi (Hz. İsa’ya itikat ederek kurtulma doktrini) İsa’nın ölümünü, insanlığı Şeytan’dan kurtarmak için Tanrı ta­rafından planlanmış bir vasıta veya insanlığı kurtarmak için Şeytan’a ödenen fidye olarak yorumlamıştır. İsa’nın Hades’e inişi de, Şeytan’ın kendi evinde mağlup edilmesi olarak açıklanmıştır.

Binlerce yıl boyunca ve Hıristiyanlığın Roma dünyasında yerleşme­sinden sonra Şeytan’m, Âdem’in Adn Cenneti’ndeki günahı yüzünden ruhlarına sahip olma gibi bir hakkı elde ettiği ve bu insanların ancak Isa’nın çarmıha gerildiği yerde dökülen kanının fidyesi ile kurtulabilecekleri düşünülmüştür.'" Dolayısıyla İsa, Şeytan’ı ve onun tüm fıikirlerini yok etmek için gelmiştir. Bu yok etme, Son Yargı’ya kadar tamamlanamayacak olmasına rağmen," prensip olarak İsa tarafından başarılmış olduğu onun şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “...Ve İsa onlara dedi; Şeytan’m gökten şimşek gibi düştüğünü gördüm”.

Hıristiyan teologlar zaman içerisinde Şeytan’m dinden dönmüş bir melek, olduğu teorisini geliştirmişlerdir. Nitekim Hanok’un Kitabı’nda; Şeytanların, meleklerin ve kadınların çocukları oldukları varsayılmış­tır. Apokaliptik eserlerde Asmodeus,"Şeytan ve Sammael’in, "şeytanların idarecileri” olduklarına dair sık sık işaretlere rastlanmıştır. Belki de bunlar. Vahiy, 9/11’deki Apollyon ve Vahiy, 12/9’daki “eski yılan"la özdeşleştirilmişlerdir. Bu düşünce ve rivayetler de, Milton’un Yitik Cennet’i sayesinde ortaya çıkmıştır. Orada biraz da dramatik bir üslupla anlatıldığına göre Şeytan, önceleri cennette bir melekti. Tanrı’ya karşı bir başkaldırıya öncülük etti ve suçları sebebiyle, kendisine tâbi olanlarla birlikte cennetten uzaklaştırıldılar. Baş Melek Mikail onun başlıca düşmanıydı.

Milton’un tasvir ettiği Şeytan heybetli bir figür­dür, büyük günahkardır. Faust’ıın hikâyesinde geçen Mefisto’nun (cen­netten kovulduğu farzedilen yedi şeytandan İkincisi, kötü adam) ona başvurmadan yapamayacağı söylenmiştir. Tertullian, Şeytan’a, “Tan- rı’nın taklitçisi” adını vermiştir. Ayrıca Şeytan, kibirlenmesi ve Tanrı’nın iyi işlerini kıskanması sebebiyle, O’nun huzurundan kovulmuş olan güçlü bir melek olarak da düşünülmüştür.

Şeytan, sanat ve edebiyatta da bazan acayip bir hayvan, bazan siyah bir erkek, bazan çabuk etki altında kalabilen erkekleri günaha sevketmek üzere cazibelerini gösteren bir kadın olarak tasvir edilmiştir. Halk tasavvurunda ise Şeytan’ın boynuzları, tırnakları ve kuyruğu vardır. Do­layısıyla Şeytan’ın resimleri değişik değişik olmuştur. Genellikle o, si­yah renklere bürünmüş insan şeklinde düşünülmüştür. (Satanistler’iıı genelde siyah renkli giyecekleri ve pek çok konuda siyah rengi tercih et­melerinde Şeytan’ın bu şekilde tasvir edilişinin etkisi olabilir). Dante’ye göre onun üç başı vardır. Şeytan’a benzeyen ve boynuzları, kuyruğu ve çatal tırnakları olan figür, muhtemelen, ormanların, otlakların, sürülerin ve çobanların tanrısı olan Yunan tanrısı Pan ve yarısı insan yarısı keçi şek­linde şehvetli bir yarı tanrı olan Satirler’den çıkarılmıştır. Bunun, Keltler’in boynuzlu tanrısı Cerunnos’u hatırlatma ihtimalinden de söz edilmiştir. Yine halk telakkisine göre Şeytan, yiyip yutabileceği kimseyi aramak üzere dünyayı devamlı dolaşır.

Reform hareketleri ve Şeytan

Reformasyon, şeytani güce inançta bazı küçük değişiklikler yapmıştır. Mesela Luther, Tanrı’ya inandığı gibi Şeytan’a da kesin olarak inanmıştır. Ancak, 18. yy’da rasyonalist bir yumuşamanın doğuşu ile, Şeytan’a inanç nüfuzunu kaybetmeye başlamıştır. Fakat Roma Katolik Kilisesi ve pek çok Protestan fırkasında bu inanç günümüze kadar devam ede gelmiştir. Son yıllarda bu inanç, kötülük probleminin ancak şahsi bir şeytan faraziyesine dayanarak anlaşılabileceği sonucunu çıkaran yazarlar tarafından yeniden canlandırılmıştır. Şeytan’a inanç genel olarak modern Hıristiyanlar tarafından terkedilmiş ya da yeniden yorumlanmıştır.

Takriben iki yüz yıl veya daha fazla süre boyunca şahsi bir şeytanın varlığı ancak sorgulanabilmiş ve çok yaşlı bir kadın, kötü ruhla (Şeytan) biı ilişkisinin bulunduğunu itiraf ettiği için kazığa bağlanıp yakılmış ve bu şekilde öldürülmüştür. Aslında bu kadının Şeytan’la ilişkisi­nin daha ziyade ona tapınma şeklinde olduğu düşünülmüş ve o yüzden öldürülmüştür. Yine ortaçağlar boyunca Şeytan, kendisine büyücü kadınlar tarafından tapınıldığı düşünülerek, büyü ile yakından irtibatlandırılmıştır. Tabi olarako, Satanizm’in ve bir Satanist Âyini olan Black Mass'ın da odak noktası haline getirilmiştir.

Hıristiyanlık’laki Şeytan anlayışının Satanizm’le (Şeytan’a tapınma) irtibatlandırılışı da bu yaşlı kadın hadisesine dayandırılmaktadır. Özellik­le Hıristiyanlıktakı Şeytan anlayışı hususunda gelinen bu nokta, Hıristiyanlık'ta Şeytan anlayışından Satanizm’e geçişte bir köprü görevi yaptığından. konumuz açısından da önem arzetmektedir. Çünkü, “Şeytan'a tanrı diye tapınma” anlamına gelen ya da “Şeytan’a veya Hıristiyan Demonolojisinden diğer şahsiyetlere tapınma” diye de tanımla­rın Satanizm, 1880’li yıllarda Avrupa ve Amerika’nın değişik ülke­lerinde devam ettirilmiş olduğu söylenmiştir. Görüldüğü gibi Satanizm, başta Avrupa ve Amerika olmak üzere, aslında Hıristiyanlığın yay­gın olduğu çevrelerde; öncelikle Hıristiyanlığın Şeytan konusundaki te­lakkisi olmak üzere, genel olarak Hıristiyanlığa bir tepki olarak ortaya çıkmış “alternatif bir din” hüviyetine büründürülmüştür.

Satanizme göre Şeytan

Buraya kadar Şeytan’ın varlığı ve onun etrafında oluşan inanç ve te­lakkiler, özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık ve kısmen İslam açısından, kendi kaynaklarına dayanılarak verilmeye çalışıldı. Şimdi ise, Şeytan’ın ve Şeytan’a tapınma (Satanizm) noktasına gelişin tarihi serüveni bir baş­ka bakış açısıyla, daha doğrusu günümüzde “Modern Satanizm”in kuru­cusu olarak bilinen ve mensupları tarafından “Kara Papa” lakabıyla anılan Anton Szandor LaVey’in kendi ifadelerine dayanılarak verilecektir:

“Şeytan ve onun işleri uzun bir zaman dilimi içinde pek çok şekil al­mıştır. Son zamanlara kadar Katolikler’e göre Protestanlar; Protestanlar’a göre de Katolikler Şeytan’dı. Her ikisine göre de Yahudiler Şey-tan’dı. Keza Doğulu’ya göre Batılı bir Şeytan’dı. Eski Batı’nın Amerikan yerleşimcilerine göre de Kırmızı Adam bir Şeytan’dı. İnsanın, başkaları­nı kötüleyerek kendisini yüceltme şeklindeki kötü alışkanlığı uygunsuz bir fenomen olmakla birlikte, yine de onun duygusal mutluluğu için açıkça gereklidir. Bu davranış usulleri gücünü kaybetmiş olmasına rağ­men, hakikatte herkese göre bir grup, kötünün somut örneğini temsil eder. Ancak, bir kimse, başka birisinin kendisini hatalı, kötü veya dün ya işlerinde bir amaç için kullanılabilir olarak kabul ettiğini düşünse bile, böyle bir düşünce çabucak zihinden çıkarılıp atılır. ‘Kötü adam’ damgasını taşımayı çok az kimse ister.

Fakat durun. Bizler tarihte, kötü adamın sürekli olarak kahramanlaştığı yegane dönemlerden birini yaşıyoruz. Kahraman karşıtlığı kültü, başkaldıran (âsi) ve kötülük edeni yüceltmiştir.

İnsan itidal konusunda az şey yapabildiği için, yeni ve ihtilalci konuların seçici kabulü mevcut değildir. Netice itibariyle her şey kaos halindedir ve mantıksız giden herhangi bir şeye karşı tedbir alınır. Sebeplerin düzinesi bir paradır. İsyancının hatırı için ayaklanma çoğu kere gerçek değişiklik ihtiyacının üzerinde örnek teşkil eder. Muhalif arzu edilir hale gelir ve böylece bu da ‘Şeytan’ın Asrı’ olur.

... Savaşların tozu giderildiğinde gerçekten ihtiyaç duyulan değişik­lik pekleşmiş olacaktır. Uzun menzilli gelişmenin devam edebilmesi ve istikrarın geri gelebilmesi için, insan ve başka kurbanlar sunulmuş olacaktır. Yirminci yüzyılın heyecanlı sergüzeşti işte bunun gibidir. İnsan gelişiminin hızlandırılması destanımsı bir değişim noktasına ulaşmış­tır. Yakın geçmişin baştan savmacı teolojileri, tâki onun büyüsel çocuğunun donmuş spermi yeryüzünde doğuncaya kadar üstün insan rüyalarını gerçekleştirirken ve planlarını uygulamaya koyarken, insan ırkının devam ettirilmesi zorunlu idi. Çocuk, Şeytan (yani muhalif) şeklinde ortaya çıkmıştır.

Geçmişin soğuk ve açlığı, toprağı işleyecek ve fabrikaları çalıştıracak sonuçlar meydana getirmiştir. Onların soğukluğu duracak ve açlıkları so­na erecektir, fakat onlar daha az çocuk meydana getireceklerdir. Çünkü büyücünün yeryüzünde doğmuş olan dondurulmuş tohumunun yan ürünü geçmiş insanının dölünün görevlerini icra edecektir. Şimdi, geleceğin çocuklarını meydana getirmek üstün insanın görevidir. Şimdi kalite sayıdan önemlidir. ‘Yaratıcı’ olan üstün tutulmuş bir çocuk, ‘üretebilen' on çocuktan veya ‘inanan!’ elli çocuktan daha önemli olacaktır. İnsan-tanrı mevcudiyeti, yaratıcılığının mucizelerini görecek olan en sıradan kimseyeye dahi apaçık görünecektir. Yüce bir varlığın insanı yarattığı şeklindeki eski inanç ve insan’ın düşünen beyni mantıksız bir yalan olarak kabul edilecektir.

Satanizm'in Hıristiyan Kilisesi’nin tam bir icadı olduğunu reddetmek çok kolaydır. Salanizm’in prensiplerinin, Şeytan’ı icat eden mezhepçi propagamdadan önce mevcut olmadığı söylenmiştir. Tarihi olarak ‘Şeytan’ kelimesi Hıristiyanlık’tan önce çok kötü bir anlama sahip olma­mıştı”.

Verilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi Modern Satanizm’in kurucu­su olan LaVey’e göre Şeytan, Hıristiyan Kilisesi’nin bir uydurmasıdır. Yine LaVey’e göre Satanist olmak için ruhun Şeytan’a satılması veya Şeytan’la bir anlaşma yapılması gerekli değildir. Çünkü böyle bir tehdit, cemaatten ayrılmasınlar diye halkı korkutmak için Hıristiyanlık tarafın­dan tasarlanmıştır. Hıristiyan din adamları, azarlayan parmak ve titreyen seslerle mensuplarına, eğer onlar Şeytan’ın tahriklerine kapılırlar ve ha­yatlarını kendi tabii tercihlerine göre yaşarlarsa, günah dolu zevkleri karşılığında ruhlarını Şeytan’a vermek ve ebediyyen cehennemde acı çekmek zorunda kalacaklarını öğretmişlerdir. Halk, saf bir ruhun ebedi hayat için bir giriş vesilesi (passport) olduğuna inandırılmıştır.

LaVey’e göre peygamberler de insan’a, Şeytan’dan korkmayı öğret­mişlerdi. Fakat, “Allah korkusu” gibi ifadeler ne oluyor? sorusunu so­ran LaVey, şu görüşleri ileri sürmüştür: “Eğer Allah o kadar merhamet­li ise, insanlar niçin O’ndan korkmak zorunda kalsınlar? Korkudan kur­tulup gideceğimiz hiçbir yerin olmadığına inanmak zorunda mıyız? Eğer siz Tanrı’dan korkmak zorunda kalırsanız, niçin ‘Şeytan korkutucu’ olmasın ve en azından sizi Tanrı korkusundan uzaklaştırmasın. Bu tür kapsamlı korku olmaksızın din adamları; mensupları üzerinde kendisiyle ta hakkiimde bulunabilecek hiçbir şeye sahip olamayacaklardır”

Madem ki “Şeytan” Hıristiyanlığın ve dolayısıyla Hıristiyan Din Adamları’nın bir uydurmasıdır! O halde Satanistler’e göre “Şeytan” nedir? sorusuna, Satanistler’in kendi bakış açılarıyla şöyle cevap vermek mümkündür:

"Pek çok Satanist, Şeytan’ı; çatal tırnakları, dikenli bir kuyruğu ve boynuzları olan antropomorfik bir varlık olarak kabul etmez. O sadece bir tabiat gücünü; hiçbir din bu güçleri karanlıktan çıkaramadığı için o şekilde isimlendirilmiş olan karanlık güçleri temsil eder. Bu güç için teknik terminoloji kullanmaya bilimin gücü yetmemiştir. O, bağlantı kurulamamış bir haznedir ki, başlangıçta işlemez halde duran ve onu işltecek tüm tarifelere sahip olmaksızın bir aleti kullanma yeteneğinden mahrum oldukları için, onu çok az kimse kullanabilmiştir. Bilinmeyeni ortaya çıkaracak çok yönlü anahtarın avantajından yararlanmaktan pek çok kimseyi engelleyen işte bu devamlı analiz etme ihtiyacıdır. Satanistler, bu bilinmeyene ‘Şeytan’ demeyi tercih etmişlerdir.

Şeytan; bir tanrı, yarı tanrı, şahsi kurtarıcı veya ona ne derseniz deyin, yüzündeki her dinin kurucuları tarafından sadece bir amaç için; İnsan'ın yeryüzündeki güya kötü fiil ve davranışlarına nezaret etme amacı icad edilmiştir”..

Not: Bu makale Prof. Dr. Ahmet Güç'ün 2004 yılında ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilen Satanizm adlı kitabının girişinden alınmıştır.



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi

İlgili Sayfalar

Yorum Yaz


Yazdığınız yorumların genel ahlak kurallarına uygun olmasına özen gösteriniz. Ayrıca yazdığınız yorumlarda isminiz e postanız eksik yanlış olmamalıdır aski halde yorumlarınız onaylanmaz dikkate alınmaz cevap verilmez.

Kategoriler

Dünya Dinleri