Maliki Mezhebinin İlk Kuruluş Dönemi

Maliki Mezhebinin İlk Kuruluş Dönemi
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Maliki Mezhebi Tarihçesi Yorumlar : 0 Okunma : 2807 Beğen : 0

Hicri ilk iki asırda (VII-VIII.) Medine merkezli olarak ortaya çıkan ehl-i Hicaz fıkhı, bu fıkhın gelişmesinde en büyük paya sahip bulunan Malik b. Enes’e nisbetle Mâlikî mezhebi ( Malikiyye ) olarak adlandırılmış, mezhebe mensup olan fakihlere ve mezhep görüşüyle amel eden kişilere Maliki denilmiştir.

Malik b. Enes (ö. 179/795), Medine’de sahabe devrinden beri gelişmekte olan Hicaz fıkhı içinde yetişmiş, hayli uzun süren tedris faaliyeti boyunca bu fıkhi birikimi geliştirerek sonraki nesillere intikal ettiren bir müctehiddir. Malik talebeleriyle birlikte, kendisinden önceki nesilde açık bir şekilde birbirinden ayrılan ehl-i re’y ve ehl-i hadis anlayışlarını bünyesinde barındıran bir halka meydana getirmişti. Hem İbn Şihab ez-Zühri ve Nafi‘, hem de Rebiatürre’y ve Yahya b. Said gibi farklı fıkıh görüşlerine sahip hocalarının birikimini esas alan ve ulaştığı sonuçları etrafında oluşan geniş ders halkasına aktaran İmam Mâlik bir yandan ahad hadisleri, diğer yandan Medine amelini ve kıyası kabul etmiş, daha sonra istihsan, istislah, sedd-i zerai‘ adlarını alacak metotları benimsediğini gösteren ictihadlarda bulunmuştur

Teşekkül Dönemi ; Bu dönem, Malik ve halkasının meydana getirdiği birikimin bir fıkıh mezhebi haline dönüşmesi sürecini içerir. Malik’in hayatta olduğu dönemden itibaren gerek fıkıh ve hadis bilgilerinin derinliği, gerekse Malik’in ve seleflerinin görüşlerini muhafaza etme bakımından temayüz eden talebeleri, İslam dünyasının çeşitli yerlerinde Medine’de öğrendikleri ilmi yaymaya başlamışlardı. Irak’tan Endülüs’e kadar uzanan bir dizi merkezde ortaya çıkan bu faaliyetler, kısa bir süre sonra birçok açıdan birbirinden farklılaşan ilim çevrelerini meydana getirmiştir. Malik’in miras bıraktığı halkanın başına geçen Osman b. isa b. Kinane ile beraber İbnü’l-Macişun ve Mutarrif gibi fakihler bu geleneğin Medine çevresini oluşturmuşlardır dunyadinleri.com. Medine çevresiyle yakın ilişki içinde bulunan, öncülüğünü Basra’da hadis alimi Ka‘nebi’nin yaptığı Irak çevresi özellikle Ahmed b. Muazzel’in faaliyetleriyle ortaya çıkmıştır. Bağdat Malikiliği ise İbnü’l-Muazzel’in talebeleri tarafından kurulmuş ve kısa süre içinde Medine ve Basra’daki Maliki fakihlerinin fıkıh ve mezhep anlayışından farklı bir anlayış geliştirmiştir. Teşekkül sürecinin erken döneminde en etkili çevre, Malik’in ve halkasının birikimini en iyi muhafaza ve temsil ettiği kabul edilen Mısır çevresidir. Mısır çevresi İbnü’l-Kasım, Eşheb el-Kaysi, İbn Vehb, Asbağ b. Ferec, İbn Abdülhakem gibi alimlerin önderliğinde oluşmuştur. Merkezi şahsiyetleri Esed b. Furat ve Sahnun olan İfrikıye’deki Kayrevan çevresi Mısır çevresinin bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştır. Endülüs çevresi Şebtun’un etrafında teşekkül etmiş ve özellikle Yahya b. Yahya el-Leysi ile İbn Habib’in faaliyetleri sayesinde gelişmiştir.

İmam Malik’in görüşlerinin teşekkül dönemindeki tedvini Maliki mezhebinin tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu da Esed b. Furat’ın ilim tahsili için yaptığı uzun yolculuklarla başlatılabilir. Esed, Kayrevan’da ehl-i re’yin farazi fıkıh anlayışına yakın bir kimse olan Ali b. Ziyad el-Absi’den fıkıh öğrendikten sonra Malik’in Medine’deki halkasına katılmış ve ona farazi fıkıh ürünü olduğu anlaşılan meselelerin hükmünü sormuştur. Malik’in bu meseleler hakkında görüş beyan etmek yerine onu Irak’a yönlendirmesi neticesinde dönemin Hanefi imamlarından ve özellikle Şeybani’den Hanefi fıkhını öğrenen Esed, Malik’in vefatının ardından Mısır’a dönmüş ve onun fıkhi görüşlerini bir araya getirmek amacıyla İbnü’l-Kasım’a başvurmuştur. Esed’in Hanefi metinlerinden yola çıkarak hazırladığı fıkıh meseleleri indeksini Malik’ten rivayet ettiği görüşlerle cevaplandırmaya çalışan İbnü’l-Kasım, ilgili bir rivayet bulamadığı zaman Malik’in halkasında öğrendiği fıkıh bilgisine dayanarak kendi görüşlerini ortaya koyuyordu. Esed tarafından bir araya getirilen bu cevaplar Şeybani’nin tasnifine göre düzenlenmiş ve Tahir b. aşur’un ifadesiyle “Iraklı metoda ve Hicazlı muhtevaya sahip” (M. İbrahim Ali, s. 85 dunyadinleri.com) el-Esediyye adlı metin hazırlanmıştır. Esed’in beraberinde Kayrevan’a götürdüğü eser, Hicaz fıkhına hayli uzak olan bazı özellikleri sebebiyle bu şehirdeki Maliki fakihlerinin tepkisini çekmiştir. İbn Ziyad’ın diğer bir talebesi olan Sahnun, Mısır’a gidip İbnü’l-Kasım’la birlikte bu metni yeniden gözden geçirerek bir yandan Irak fıkhından ithal edilen ve Malik’in fıkhına muvafık olmayan unsurları ayıklamak, diğer yandan metindeki görüşleri Malik’in fıkıh kaynakları ile yeniden irtibatlandırmak suretiyle el-Müdevvene adlı eseri meydana getirmiştir. İbnü’l-Kasım, Esed ve Sahnun’un bu faaliyetleri, Malik’in görüşlerini toplama çalışmasından öte onun ve halkasının fıkhi birikimini Irak’ta gelişen fıkıh ilminin diliyle ifade etmek anlamına gelmektedir. Bu rolü sebebiyle birçok Maliki fakihi tarafından Maliki mezhebi İbnü’l-Kasım’a izafe edilmiş ve zaman zaman Maliki mezhebi yerine “İbnü’l-Kasım’ın mezhebi” ifadesi kullanılmıştır.

İbnü’l-Kasım ve talebelerinin temsil ettiği anlayış, Malik’in ve halkasına mensup fakihlerin görüşleri etrafında bu görüşleri fıkıh önermeleri haline getirmeyi, delillerini tartışmayı, tasnif ve tedvin etmeyi ve nihayetinde kendi fıkhi faaliyetleri için esas almayı hedefliyordu. Söz konusu anlayış, aynı zamanda bu görüşleri bir fıkıh mezhebinin ilk öğeleri haline getiren anlayış olarak Maliki fıkıh tarihine hakim olmuştur. Fakat Malik’in bir kısım talebeleri Malik ve halkasının mirası hakkında çok daha farklı bir tasavvura sahiptiler dunyadinleri.com. Erken dönem Medine çevresi içinden bazı fakihlerin önderliğini yaptığı bu anlayışa göre Malik, Hicazlı birçok selefi gibi sünnet ve hadisler üzerine konuşan, Hicaz bölgesinde gelişen zihniyet ışığında bunları değerlendirmeye tabi tutup kaynak olarak kabul ettiklerinden hükümler çıkaran bir alimdir. Özellikle Malik’in vefatından sonra büyük gelişmeler gösteren ahad haber anlayışı ve isnad sistemi, hadisleri değerlendirmede Malik’in bir kıstas olarak kullandığı amel-i ehl-i Medine gibi unsurların önemini azaltmakta, fakat onun faaliyet tarzını Medine dışında da sürdürme imkanı sağlamaktadır. Bu anlayışa göre Malik’in talebeleri, hocalarının görüşlerini itibara almakla beraber isnad sistemini kullanarak ahad haberlerden hüküm elde etmeye devam etmelidir. Özellikle İbnü’l-Macişun ve Ka‘nebi tarafından savunulan bu anlayış, kısa bir müddet içinde Maliki tarihi boyunca sürekli varlığını hissettiren bir akım haline gelmiştir. Ancak çağdaş birçok müellifin yaptığı gibi bu akımın ictihad taraftarlığı veya Selefilik olarak nitelendirilmesi isabetli değildir. Belki “ehl-i hadis Malikiliği” diye adlandırılması daha doğru olur. Maliki tarihinin ana gövdesini temsil eden anlayış, hem Malik’in amel kökenli sünnete dayalı fıkhını kendi fıkhi faaliyetleri için temel referans noktası kabul etmiş, hem de merfu‘ hadisleri kaynak olarak benimsemişken ehl-i hadis Malikiliği fıkıh çalışmalarının Malik ve diğer erken dönem ehl-i Hicaz alimlerinin gerçekleştirdiği tarzda devam etmesi ve isnadlı ahad haberlerle geliştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu akıma göre bir fakih, Malik’in fıkhi görüşlerini benimsemiş olsa bile bu görüşleri yeni fıkıh bilgileri üretmek için temel kaynak olarak kullanmamalı ve hadisleri esas almalıdır. Medine şüphesiz bu akımın en kuvvetli olduğu çevredir. Erken dönemde ehl-i hadis Malikiliği farklı Maliki çevreleri üzerinde etkili olmakla birlikte mezhebin teşekkülü sonrasında müstakil varlığı kalmamış, ancak modern çağa kadar farklı tezahürlerle varlığını sürdürmüştür. Medine çevresi, III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemini yitirdiği sıralarda Irak Malikiliği’nin yükselişi görülmektedir. Basra’da ortaya çıkan bu çevre Kadi İsmail b. İshak, İbn Huveyzmendad ve Ebu Bekir el-Ebheri gibi fakihlerin önderliğinde Bağdat’ta gelişmiştir.

el-Müdevvene’nin kaleme alınması ile beraber Malik’in görüşleri, Asbağ b. Ferec’den İbn Habib’e kadar Maliki çevrelerinin önde gelen birçok fakihi tarafından tedvin edilmeye başlanmıştır. Ortaya çıkan metinler, Malik’in görüşlerinin yanı sıra Medine’de imamı olduğu halkanın ve temsil ettiği ehl-i Hicaz fıkhının birikimini de ihtiva etmekte ve müelliflerinin ictihad ve tahriclerine de büyük ölçüde yer vermekteydi. Tedvin çalışmaları birçok açıdan birbirinden farklılaşan metinler meydana getirmiştir. Bu metinler Malik’ten aktarılan rivayetler, müelliflerinin fıkhi görüşleri ve kaleme alındıkları çevrelerin getirdiği etkiler bir yana gerek el-Müdevvene’nin teşkilinde izlenen yola yakınlıkları, gerekse bu kitabın ardında yatan ve Maliki fıkhını şekillendiren anlayışla ilişkileri açısından birbirinden farklıydı. III. (IX.) yüzyıl boyunca devam eden bu tedvin faaliyetleri neticesinde “ümmehat” olarak adlandırılacak eserler ortaya çıkmış ve her Maliki çevresi, bu eserler arasında kendini temsil eden metinler üzerinde çalışmalarını sürdürmüştür. Nitekim Kayrevan ve Mısır çevresi fıkhi faaliyetlerinin merkezine el-Müdevvene’yi yerleştirirken Endülüs çevresi İbn Habib’in el-Vazıha’sı ve Utbi’nin el-Utbiyye’sini (el-Müstahrace dunyadinleri.com) esas almıştır. Önceleri Mısır ve Kayrevan çevrelerinin hakimiyeti altında kalan Endülüs üzerinde İbn Habib ile beraber Medine çevresi ve dolayısıyla ehl-i hadis Malikiliği de etkili olmaya başlamıştır. Endülüs Maliki çevresinin toplu olarak, gerek İmam Malik’in görüşlerine gerekse diğer çevrelerin racih kabul ettiği görüşlere muhalif olan hükümleri tatbike (fetva ve kazaya) esas kabul etmesi de bu döneme tekabül eder. Daha sonra birçok eserde bir araya getirilecek olan bu muhalif görüşlerin Yahya b. Yahya el-Leysi’ye kadar uzanan bir tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

el-Müdevvene’nin telifiyle başlayan süreç Maliki çevrelerinin faaliyetlerine farklı nisbetlerde yansımıştır. Bunun bir neticesi olarak teşekkül döneminin sonlarına doğru mezhep içi istidlal ve bunun yansıdığı metinler hakkında iki anlayışı temsil eden Irakī ve Karavi terimleri ortaya çıkmıştır. Bu iki terim, o dönemin fıkhi çalışmalarında iki ucu temsil eden Irak ve Kayrevan çevrelerinin anlayışlarını ifade etmektedir. Iraklılar el-Müdevvene’nin mesailini esas kabul etmiş, kendi fıkhi çalışmalarını bu eser üzerine inşa etmiştir. Irakī kavramı, diğer mezheplerin delillerini göz önüne alarak Maliki mezhep birikiminin delillerini tartışmayı, o sırada bazı Maliki çevreleri için yabancı sahalar olan cedel ve fıkıh usulüne göre delilleri yeniden ifade etmeye ağırlık vermeyi, buna karşılık mezhep birikimine dair farklı rivayetlerin tashihi ve lafızların tartışılması üzerinde Karavi anlayışına nisbetle çok daha az durmayı kapsamaktadır. Irakī anlayışın ehl-i re’yin merkezi olan Irak’ta ortaya çıkması tesadüf olmasa gerektir. Karavi anlayışı ise mezhep birikimindeki muteber metinlerin lafızlarını tahlil, rivayetleri tahkik, farklı rivayetlerden ötürü ortaya çıkan problemleri halletme ve rivayetlerin anlamlarını açıklama üzerinde yoğunlaşmıştır. Irakī ve Karavi anlayışları gelişme dönemiyle beraber giderek birbirine yaklaşmış ve her ikisinden beslenen ortak bir anlayış doğmuştur.



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi