Sühreverdilik Tarikatı

Sühreverdilik Tarikatı
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : İslam Tarikat/Mezhepleri Yorumlar : 7 Okunma : 9808 Beğen : 1

Sühreverdiyye tarikatı kaynaklarda genellikle Ebu Hafs Şehabeddin Ömer es-Sühreverdi’ye (ö. 632/1234) nisbet edilir. Bununla birlikte yetişmesinde amcası ve şeyhi Ebü’n-Necib es-Sühreverdi’nin önemli rolü sebebiyle tarikatın kuruluşunu Ebü’n-Necib’e kadar götürenler de vardır. Nitekim Abdurrahman Ebü’l-Ferec el-Vasıti, Sühreverdiyye’yi Ebü’n-Necib’e nisbet etmiş ve adını Sühreverdiyye’nin yanı sıra en-Necibiyye es-Sühreverdiyye şeklinde de kaydetmiştir (Ŧabaķatü ħırķati’ś-śufiyye, s. 49, 58). Murtaza ez-Zebidi de tarikatı Ebü’n-Necib’e izafe etmiş, Ebu Hafs Şehabeddin’e nisbet ettiği Şihabiyye’yi Sühreverdiyye’nin bir kolu olarak göstermiştir . Öte yandan Zebidi, Ebü’n-Necib’in hilafet aldığı şeyhlerden birinin Abdülkadir-i Geylani olduğunu ileri sürerek Sühreverdiyye’yi Kadiriyye’nin büyük kollarından biri olarak zikretmiştir (İtĥafü’l-aśfiyaǿ, s. 206, 208). Ebü’n-Necib, Sühreverdiyye’nin kurucusu kabul edildiği takdirde Ebheriyye ve Kübreviyye tarikatlarının Sühreverdiyye’nin birer kolu olarak sayılması gerekir. Zira Ebheriyye’nin kurucusu Kutbüddin el-Ebheri, Ebü’n-Necib’in halifesi olduğu gibi (Abdurrahman Ebü’l-Ferec el-Vasıti, s. 61; Cami, s. 588), Kübreviyye’nin kurucusu Necmeddin-i Kübra’nın şeyhleri Ammar Yasir el-Bitlisi ile İsmail Kasri de onun halifeleri arasında bulunmaktadır (Cami, s. 417-418).

Sühreverdiyye silsilesi, Ebu Hafs Şehabeddin ve Ebü’n-Necib es-Sühreverdi vasıtasıyla biri Ahmed el-Gazzali üzerinden, diğeri Kadi Vecihüddin Ömer b. Muhammed üzerinden iki ayrı yolla Cüneyd-i Bağdadi’ye ulaşır. Cüneyd-i Bağdadi’den itibaren silsile Seri es-Sakati vasıtasıyla Ma‘ruf-i Kerhi’ye, ondan da birinde Hasan-ı Basri’nin, diğerinde Ehl-i beyt imamlarının yer aldığı silsilelerle Hz. Ali’ye kadar gider. Faaliyetlerini ilk zamanlar Bağdat’ta amcası Ebü’n-Necib adına yaptırılan Dicle kenarındaki dergahta sürdüren Şehabeddin es-Sühreverdi ayrıca Zevzeni, Nasıriyye, Bistamiyye ve Me’muniyye tekkelerinin şeyhliğini üstlenerek pek çok kimseyi tarikatına bağladı. Dımaşk ve Halep başta olmak üzere Bağdat dışında da birçok şehirde dergahlar kurdurdu. İran, Hindistan ve Türkistan gibi bölgelere gönderdiği halifeleri vasıtasıyla tarikatın geniş coğrafyalara yayılmasını sağladı. Kendisinden sonra Bağdat’ta tarikat faaliyetleri Me’muniye dergahında yerine geçen oğlu Ebu Ca‘fer İmadüddin Muhammed, onun ardından torunu Cemaleddin Abdurrahman tarafından sürdürüldü (İbnü’l-Fuvati, s. 231). Sühreverdiyye’nin İran ve çevresinde yayılmasında halifesi Necibüddin Ali b. Büzgaş’ın gayretleri etkili oldu. Şeyh Şehabeddin’in, Necibüddin Ali’yi arkadaşı Şemseddin Safi ile memleketi Şiraz’a gönderirken her birine yirmişer külah verip bunları isimleri yazılı kişilere giydirmelerini söylemesi, tarikatın henüz Şehabeddin es-Sühreverdi hayatta iken bu bölgede yayılmaya başladığını göstermektedir. Şiraz’da bir tekke kuran Necibüddin Ali şeyhi gibi dönemin yöneticileriyle iyi ilişkiler kurdu. Bu çerçevede Şiraz Emiri Atabeg Ebu Bekir’in güven ve itibarını kazandı. Başta Moğol Emiri Engiyanu olmak üzere birçok yönetici ve alim tarafından tekkesinde ziyaret edildi. Şeyh Necibüddin’in faaliyetleri sonucu Saidüddin el-Fergani, Kutbüddin-i Şirazi, Şehabeddin Zerkub-i Şirazi, Ahmed b. Kannad, Ahmed b. Abdullah, Fahreddin b. Şeyh Şerefeddin, Bahaeddin Ebu Bekir b. Cemaleddin, Hasan b. Abdullah, Seyyid İzzeddin Ahmed b. Ca‘fer, Mevlana Nureddin Abdülkadir gibi şahsiyetler Sühreverdiyye tarikatına intisap ettiler. Ondan icazet alanlar arasında Zahidiyye tarikatının piri İbrahim Zahid-i Geylani de vardır (DİA, XXI, 360). Şiraz’ın yanı sıra İsfahan, Kirman, Kaşan, Save gibi şehirlerde Sühreverdi tekkeleri kuruldu. İranlı sufi-şair İmad-ı Fakīh’in, Şeyh Nizameddin Mahmud tarafından Kirman’da yaptırılan dergahta uzun yıllar Sühreverdi şeyhi olarak irşad faaliyetinde bulunduğu tahmin edilmektedir (DİA, XXII, 168).

Necibüddin Ali b. Büzgaş ile birlikte Sühreverdiyye tarikatında Büzgaşiyye (Necibiyye) ismiyle bir kol meydana geldi ve bu silsile ilki Necibüddin Ali’nin oğlu Zahirüddin Abdurrahman ve torunu Muinüddin Nasrullah, ikincisi Nureddin Abdüssamed Netanzi, üçüncüsü Hace İmamüddin Muhammed ile olmak üzere en az üç farklı yoldan devam etti. Zebidi ve Haririzade, Nureddin Abdüssamed ile devam eden silsilenin birçok farklı versiyonuna eserlerinde yer vermişlerdir (İtĥafü’l-aśfiyaǿ, s. 207-208; Tibyan, II, vr. 152a-b). Desukıyye tarikatının kurucusu İbrahim b. Abdülaziz ed-Desukī, Nureddin Abdüssamed ve halifesi Necmeddin Mahmud el-İsfahani’den hırka giydi (Vasıti, s. 61). Nureddin Abdüssamed ile devam eden silsilelerin birinden XV. yüzyılda Zeyniyye, bir diğerinden XVI. yüzyılda adiliyye (Bedriyye) şubeleri doğdu, Zeynüddin el-Hafi (ö. 838/1435) tarafından Herat’ta kurulan Zeyniyye Horasan, Hicaz, Suriye, Mısır, Anadolu ve Rumeli’de geniş çevreye yayıldı (Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeyniler, tür.yer.). Nureddin Abdüssamed, Muhyiddin İbnü’l-Arabi mektebinin önemli temsilcilerinden Abdürrezzak el-Kaşani ve onun ders arkadaşı İzzeddin el-Kaşi’nin de şeyhidir. Necibüddin Ali b. Büzgaş’tan sonra Hace İmamüddin Muhammed’le devam eden silsileden de XV. yüzyılda İsfahanlı Pir Cemaleddin Ahmed-i Erdistani ile Pircemaliyye şubesi doğdu.

Sühreverdiyye tarikatı Hindistan’a Şehabeddin es-Sühreverdi’nin halifeleri vasıtasıyla girdi. Delhi bölgesinde Hamidüddin Nagevri ile (ö. 643/1246) Nureddin Mübarek Gaznevi, Bengal bölgesinde Ebü’l-Kasım Celaleddin et-Tebrizi (ö. 641/1244) ve Mültan’da Bahaeddin Zekeriyya el-Mültani (ö. 661/1263) faaliyet gösterdiler. Hindistan’ın Nagevr şehrinde babası gibi kadılık yaptığı için Nagevr kadısı olarak tanınan Buharalı Hamidüddin Nagevri, sema meclisleri tertip etmesi sebebiyle Delhi Sultanı Şemseddin İltutmış’a şikayet edildiyse de dervişlerin manevi eğitimi için semaın caiz olduğu hususunda sultanı ikna etti ve onunla iyi ilişkiler kurdu. Sühreverdiyye mensuplarına destek olduğu ve onları devlet kadrolarına yerleştirdiği kaydedilen İltutmış’ın yeğeni Sa‘deddin’i bu tarikata girmesi için Şeyh Hamidüddin’e gönderdiği rivayet edilmektedir. Hamidüddin Nagevri, Çiştiyye tarikatından da hilafet almıştır. Sühreverdi’nin bu bölgede faaliyet gösteren diğer halifesi Nureddin Mübarek Gaznevi, Sultan İltutmış tarafından Delhi şeyhülislamlığına getirildi ve Mir-i Delhi lakabıyla anıldı.

Bengal bölgesindeki faaliyetleriyle tanınan Celaleddin et-Tebrizi, Bağdat’tan Hindistan’a gitmek üzere Şehabeddin es-Sühreverdi’nin Hindistanlı halifesi Bahaeddin Zekeriyya el-Mültani ile birlikte yola çıktı. İlk olarak Delhi’ye giden Tebrizi’yi Sultan İltutmış karşılayıp sarayında misafir etti. Sultanın kendisine itibar göstermesini çekemeyenlerin bazı iftiralarda bulunmaları yüzünden şeyh Delhi’yi terkederek Bengal’e gitti. Hankahını burada kuran Tebrizi’nin birçok Hindu ve Budist’in müslüman olmasına vesile olduğu belirtilmektedir.

Hindistan’da en yaygın dört tarikattan biri olan Sühreverdiyye’nin (diğerleri Çiştiyye, Kadiriyye ve Nakşibendiyye) Hindistan ve Pakistan’da yayılmasında Bahaeddin Zekeriyya el-Mültani’nin faaliyetlerinin önemli rolü oldu. Bahaeddin Zekeriyya özellikle tüccar kesiminden müridleri sayesinde Mültan’da geniş imkanlara sahip bir hankah kurdu. Sühreverdiyye daha önce bu bölgeye Sühreverdi’nin Sind’e gönderdiği halifesi Şeyh Nuh ile girdiyse de kalıcı olarak teşkilatlanması Bahaeddin Zekeriyya tarafından gerçekleştirildi. Sohbetlerine halkın yanı sıra alimler ve yöneticilerin de katılmasıyla her geçen gün etkisi daha da artan Bahaeddin Zekeriyya, Delhi Sultanı İltutmış’ın Sind ve Mültan’ı kendi topraklarına katma teşebbüsünü destekledi. İltutmış Mültan’ı zaptedince Bahaeddin’in konumu daha da güçlendi ve şeyhülislamlık makamına getirildi. 1247’de Moğollar’ın Mültan’ı kuşattıkları sırada Moğol ordusunda bulunan Melik Şemseddin vasıtasıyla kuşatmanın kaldırılmasını sağlaması Şeyh Bahaeddin’in nüfuzunu göstermesi bakımından önemlidir. Bahaeddin Zekeriyya’nın irşad faaliyetleri birçok Hindu’nun müslüman olmasına, ayrıca bölgede bulunan Karmatiler’in etkisini yitirmesine sebep oldu.

Bahaeddin Zekeriyya ile birlikte Mültan’da Sühreverdiyye’nin Bahaiyye kolu doğdu ve bu kol tarikatın Hindistan’daki merkezi konumuna geldi. Sühreverdiyye Hindistan’daki birçok şehrin yanı sıra Bengladeş, Afganistan, Suriye ve Mısır gibi ülkelere buradan yayıldı. Bahaiyye silsilesi Bahaeddin Zekeriyya’nın oğlu Sadreddin Muhammed arif Rüknialem diye tanınan torunu Rükneddin Ebü’l-Feth ile devam etti. Nakşibendiyye-Müceddidiyye’nin kurucusu İmam-ı Rabbani de bu silsileden babası Abdülahad vasıtasıyla hilafet aldı (Haririzade II, vr. 150b; Hocazade Ahmed Hilmi, s. 32). Sadreddin Muhammed arif zamanında tarikat Hindistan’da daha da yaygınlaştı. Şeyh Sadreddin, Delhi Sultanı Balaban Han’ın oğlu Şehzade Muhammed ile kurduğu iyi ilişkiler sayesinde hankahı için yeni imkanlar elde etti. Bununla birlikte onun yöneticilerle ilişkilerini belli mesafede tuttuğu, babası döneminde dini-tasavvufi faaliyetler için hoş görülen mal biriktirme anlayışına dervişlerin hayatını olumsuz etkilediği gerekçesiyle karşı çıktığı belirtilmektedir. Sadreddin Muhammed arif’in hilafet verdiği kişiler arasında dönemin önemli alimlerinden Emir Hüseyin Hüseyni de vardır. Onun bir başka halifesi Mevlana Hüsameddin, Bada şehrinde faaliyet gösterdi. Şeyh Sadreddin’den sonra yerine geçen oğlu Rükneddin Ebü’l-Feth de yöneticilerle yakın ilişkileri devam ettirdi. Delhi Sultanı Alaeddin Halaci ve Tuğluklu Hükümdarı Muhammed Şah ile (Uluğ Han Fahreddin Cune) şahsi dostluklar geliştirerek tarikat adına büyük imkanlar ve geniş araziler elde etti. Ancak Tuğluklular döneminde dergahı sıkı denetim altına alındı. Rükneddin Ebü’l-Feth’ten sonra yerine yeğeni Şeyh İsmail’in geçtiğini söyleyenler varsa da bu sırada Delhi’de bulunan ve Şeyh Rükneddin ile bir müddet beraber olan İbn Battuta onun vefat etmeden önce yerine torunu Şeyh Hud’u vasiyet ettiğini, bunun üzerine şeyhliğin kendi hakkı olduğunu ileri süren yeğeninin sultana şikayette bulunduğunu, Sultan Muhammed Şah’ın Rükneddin’in vasiyetine uygun olarak Şeyh Hud’u tayin ettiğini belirtmektedir (Tuĥfetü’n-nüžžar, II, 544). Tarikatın tarihinde bir şeyhin ilk defa devlet tarafından tayin edilmesi dergahın iktidarın denetimi altına girmesine sebep oldu. Sind Emiri İmadülmülk bir mektup yazarak şeyhliği sırasında büyük servet elde ettiği ileri sürülen Şeyh Hud’u sultana şikayet etti. Bu mektupta şeyhin görevini yapmadığını ve hankahın gelirlerini şahsı ve yakınları için kullandığını belirtti. Bunun üzerine şeyhin mallarına el konuldu, ardından ülkeden kaçmak üzereyken yakalanıp idam edildi (a.g.e., II, 545). Bu olaydan sonra Sühreverdiyye’nin Mültan’da hiçbir etkisi kalmadı.

Tarikat Mültan’da etkisini yitirmekle birlikte Uç, Gucerat, Kalpi, Pencap, Keşmir ve Delhi bölgelerinde yayılmasını sürdürdü. Bahaeddin Zekeriyya’nın halifelerinden Celal Sürh (veya Sürhpuş) diye anılan Seyyid Celaleddin Hüseyin Buhari (ö. 691/1292) dergahını Uç şehrinde kurdu. Sühreverdiyye’nin Buhariyye kolunun piri olan bu zatın Tuğluklu Sultanı Muhammed Şah’ın şeyhülislamlık teklifini reddettiği belirtilmektedir.. Onunla aynı adı taşıyan ve Mahdum-i Cihaniyan (ö. 785/1383) diye anılan torunu Celaleddin Hüseyin Buhari’nin gayretleri Uç’ta etkisini yitirmek üzere olan Sühreverdiyye’yi yeniden canlandırdı. Mahdum-i Cihaniyan’ın Sani-i Mahdum-i Cihaniyan unvanıyla tanınan oğlu Burhaneddin Kutb-i alem de (ö. 857/1453) Hindistan’da Sühreverdiliğin yayılmasına hizmet etti. Muhtemelen XVII. yüzyıldan sonra Hindistan’da ortaya çıkan ve Celal-i Sani diye anılan bir şeyhe nisbet edilen gayri Sünni Celaliyye tarikatının Buhariyye’den doğduğu tahmin edilmektedir. Öte yandan İran’da görülen Şii karakterli Haksariyye fırkasının da Celaliyye kolundan doğmuş olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.

Çiştiyye tarikatından da hilafet aldığı nakledilen Mahdum-i Cihaniyan’ın özellikle Hindistanlı müslümanların Hindu geleneklerinden etkilenerek uyguladıkları birtakım adetleri engellediği ve Allah’ın isimlerinin Hintçe olarak zikredilmesini yasakladığı vurgulanmakta, yerine geçen kardeşi Sadreddin Racu’nun Hindu dinine sert muhalefeti sebebiyle Hindular tarafından Racu Kattal diye anıldığı belirtilmektedir. Mahdum-i Cihaniyan’ın birçok halifesi Kalpi ve Gucerat sultanlıkları bölgelerinde tekkeler kurarak tarikatı yaydılar. Bu dönemde Gucerat sultanları ve devlet adamlarından birçoğu Sühreverdiyye tarikatına intisap etti. 1451-1526 yılları arasında Delhi Sultanlığı’nda hüküm süren Ludiler döneminde de Sühreverdi şeyhleri büyük itibar gördü. Hanedanın kurucusu Sultan Behlul-i Ludi zamanında Delhi’de Bahaeddin Zekeriyya’nın neslinden Şeyh Yusuf Kureşi faaliyet gösterdi. Oğlu Abdullah’a Sultan Behlul’ün kızını alarak hanedanla akrabalık ilişkileri kuran Şeyh Yusuf hankahı için devletten çok ciddi imkanlar sağladı. Bunun sonucu olarak Sühreverdiyye’nin merkezi Mültan ve Uç’tan Delhi’ye intikal etti. Şeyh Semaüddin ed-Dihlevi tarafından Delhi’de kurulan büyük hankah tarikatın merkezi konumuna geldi. Sadreddin Racu’nun halifesi Şeyh Kebirüddin’in müridi olan Semaüddin’den hilafet alanlar arasında ünlü seyyah ve şair Hamid b. Cemali ed-Dihlevi gibi şahsiyetler vardır. Sultan Behlul’ün zaman zaman Semaüddin’i hankahında ziyaret ettiği, Semaüddin’in de Behlul’den sonra yerine geçen İskender Şah’ın (Nizam Han) taç giyme merasimine katılarak dua ettiği kaydedilmektedir.

Sühreverdiyye tarikatının Hindistan’da en etkili olduğu yer Keşmir bölgesidir. Muhtemelen Şehabeddin es-Sühreverdi’nin halifelerinden olan şeyhi Şah Ni‘metullah Farsi ile birlikte Moğol istilası sebebiyle Türkistan’dan Keşmir’e hicret eden Seyyid Şerefeddin Bülbül Şah (ö. 728/1327), Budist lideri Prens Rinçana’ya İslamiyet’i anlatarak müslüman olmasına vesile oldu. Sadreddin adını alan Rinçana ile tebaasından yaklaşık 10.000 kişinin İslam’a girdiği nakledilir. Emir Sadreddin, Bülbül Şah için zengin vakıflarla donattığı bir hankah yaptırdı ve vakıf gelirleriyle bir de aşevi kurdu. Emir Sadreddin’in aşevinin yanında yaptırdığı mescidin Keşmir’in ilk mescidi olduğu belirtilmektedir. XV. yüzyılda Keşmir’de tasavvufi hayatı özellikle Mahdum-i Cihaniyan koluna mensup Sühreverdi dervişleri canlı tuttular. Öte yandan XIV. yüzyıl sonunda Timur’un Delhi’ye yaptığı akınlar üzerine buradan kaçan çok sayıdaki insanla birlikte Sühreverdi dervişleri de Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde tarihi bir şehir olan Jaunpur’a gidip yerleştiler ve burada dergahlar kurdular (DİA, XXIII, 578).

Anadolu’ya Selçuklular döneminde girdiği anlaşılan Sühreverdiyye, XIII. yüzyılda Anadolu’da Bahaeddin Zekeriyya’nın kalendermeşrep halifesi Fahreddin-i Irakī tarafından yayıldı. Bahaeddin Zekeriyya’ya yirmi beş yıl hizmet eden ve ona damat olan Irakī, şeyhin vefatından sonra diğer müridlerin meşrep farklılığından kaynaklanan kendisine düşmanlıkları sebebiyle Mültan’dan ayrılmak zorunda kaldı. Anadolu’ya gidip Konya’da Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Mevlevi çevreleriyle yakın dostluklar kurdu. Sadreddin Konevi’nin Fuśuśü’l-ĥikem ve el-Fütuĥatü’l-Mekkiyye derslerine iştirak etti. Müridlerinden Emir Muinüddin Süleyman Pervane’nin Tokat’ta kendisi adına yaptırdığı hankahta faaliyetlerini sürdüren Fahreddin-i Irakī’nin Konya, Kayseri, Tokat civarında geniş bir mürid çevresi oluşturduğu tahmin edilmektedir. Pervane’nin Mısır Hükümdarı Baybars’ın elinde esir bulunan oğlu Mühezzebüddin Ali’yi kurtarmak için Mısır’a gitti. Orada kaldığı süre içinde iyi ilişkiler kurduğu sultan kendisine mürid oldu ve ona “şeyhüşşüyuh” unvanını verdi. Fahreddin-i Irakī’nin halifesi Şeyh Abdüsselam ile devam eden tarikat silsilesi, XV. yüzyılda Sühreverdiyye’nin Pircemaliyye şubesini kuran İsfahanlı Pir Cemaleddin Ahmed-i Erdistani’ye ulaşmaktadır.

Sühreverdiyye tarikatında yukarıda anlatılan kollar dışında Şehabeddin es-Sühreverdi’nin halifelerinden İzzeddin Mevdud b. Muhammed ez-Zerkub ile Zerkubiyye, Kemaleddin Muhammed b. Ömer el-Kastallani ile Kemaliyye, Ahmed ed-Dımaşkī ile Ahmediyye kolları meydana geldi. Murtaza ez-Zebidi, Zerkubiyye kolundan Ebü’l-Fütuh Tavusi’ye (Nureddin Ahmed b. Abdullah, ö. 861/1457 civarı) ulaşan bir silsileyi (Zebidi, Ǿİķd, s. 61; İtĥafü’l-aśfiyaǿ, s. 202), Haririzade, Kemaliyye kolundan Cebertiyye tarikatının kurucusu Yemenli İsmail b. İbrahim el-Ceberti’ye (ö. 806/1403), Ahmediyye kolundan Gavsiyye tarikatının kurucusu Hindistanlı Muhammed Gavs’a (ö. 970/1563) ulaşan birer silsileyi kaydetmiştir (Tibyan, II, vr. 150b, 151b-152a). Hicaz ve Yemen bölgesinde yayılan Abdullah b. Es‘ad el-Yafii’nin (ö. 768/1367) kurduğu Yafiiyye, esasen Kadiriyye’nin önemli kollarından biri olduğu halde, kurucusunun Sühreverdiyye’den icazetli olması sebebiyle Sühreverdiyye’nin kolları arasında da sayılmıştır (a.g.e., III, vr. 264a-b; Hüseyin Vassaf, I, 143). Öte yandan Şehabeddin es-Sühreverdi’nin birçok halifesinin bulunması sebebiyle Sühreverdiyye ayrı ayrı silsilelerle devam etmiş ve bunlardan birçok önemli kimse hırka giymiştir. Mesela Şeyh Şehabeddin’in halifelerinden İbnü’n-Nakīb el-Makdisi ile devam eden silsileden Ebu Hayyan el-Endelüsi, Ebu Muhammed Radıyyüddin Hüseyin b. Abdülmü’min et-Taberi, İbnü’l-Mülakkın gibi şahsiyetler hırka giymişti. İbnü’l-Mülakkın ayrıca Şeyh Şehabeddin’in halifeleri İzzeddin Ahmed Ebu Hamid Cemaleddin Muhammed b. Ali, Ebü’l-Abbas Ahmed b. İshak el-Eberkuhi, Ebü’l-Fazl Necmeddin Abdullah b. Ebü’l-Vefa ve Şeyh Ukkaşe ile devam eden silsilelerin her birinden hırka giymiştir. (Ŧabaķatü’l-evliyaǿ, s. 494-495, 497-499, 504, 509).

Ebu Hayyan el-Endelüsi’nin Şeyh Şehabeddin’in bir diğer halifesi Ebu Bekir Kutbüddin Muhammed b. Ahmed el-Kastallani’den de (ö. 686/1287) hırkası vardır (a.g.e., s. 506). Kutbüddin el-Kastallani ile devam eden silsileden Murtaza ez-Zebidi de hırka giydiğini belirtmektedir (İtĥafü’l-aśfiyaǿ, s. 208-209). Ünlü seyyah İbn Battuta, Sühreverdiyye hırkasını İsfahan’da Şehabeddin es-Sühreverdi’nin bir başka halifesi Şehabeddin Ali er-Reca ile devam eden silsileden 14 Cemaziyelahir 727 (7 Mayıs 1327) tarihinde Şeyh Kutbüddin Hüseyin b. Şemseddin Muhammed’in elinden giymiştir (Tuĥfetü’n-nüžžar, I, 221). Sühreverdiyye’nin Afganistan’da etkisinin devam ettiği (DİA, I, 403), Hindistan’ın Keşmir gibi bazı bölgelerinde müntesipleri bulunduğu (DİA, XXV, 327-328), bazı Ortadoğu ülkelerinde ortadan kaybolmakla birlikte Irak’ta varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Sühreverdiyye’de Ebü’n-Necib es-Sühreverdi’nin müridlerin uyması gereken kurallardan bahseden eseri adabü’l-müridin’i, Şehabeddin es-Sühreverdi’nin Sünni tasavvuf esaslarını anlattığı ǾAvarifü’l-maǾarif’i ile Ehl-i sünnet akaidini kaydettiği İǾlamü’l-hüda ve Ǿaķīdetü erbabi’t-tüķa isimli eserleri, Ebu Ca‘fer İmadüddin Muhammed b. Ömer es-Sühreverdi’nin Zadü’l-müsafir ve edebü’l-ĥađır adlı eseri tarikatın adabı ve erkanı için temel kaynaklardır. Özellikle ǾAvarifü’l-maǾarif’in okunması ve okutulması için icazet alınması gelenek olmuştur. Bu sayede tarikatta Sünni çizgi büyük ölçüde bozulmadan devam ettirilmiş, mensupları Hindu, Budist vb. dinlerin tesirlerinden korunabilmiştir. Sühreverdiyye şeyhleri tasavvufta dünya nimetleri ve imkanlarına hiç sahip olmama ya da sahip olup sevgisini gönüle sokmama şeklinde anlaşılan zühd prensibinden genellikle ikincisini benimsemiş, bu çerçevede zenginliğe karşı çıkmadıkları gibi makam-mevki sahipleriyle de yakın ilişki kurmuşlardır. Ancak bu anlayışları sebebiyle Hindistan’da Çiştiyye mensupları tarafından ciddi şekilde eleştirilmişlerdir.

Sühreverdiyye tarikatında zikir, oturarak (kuudi) ve sesli (cehri / celi) olarak kelime-i tevhid çekmekten ibarettir. Bazı istisnalar dışında sema uygulaması yoktur. Devrani zikre önem verildiği ve tarikatın esası haline getirildiği şeklindeki tesbit (DİA, IX, 248) Zeyniyye-Vefaiyye kolu dışında doğru değildir. Sühreverdiyye şeyhlerinden Ebü’l-Mehasin Cemaleddin Yusuf b. Abdullah el-Kurani el-Acemi, Haririzade’nin Tibyan’da kaydettiği Reyĥanetü’l-ķulub fi’t-tevaśśul ile’l-maĥbub adlı eserinde zikrin yapılış şekli ve adabı üzerinde durmuştur. Buna göre mürid bütün günahlarına tövbe ettikten sonra abdestli halde temiz ve tercihen karanlık bir odada kıbleye dönük bir şekilde bağdaş kurup oturur. Ellerini uylukları üzerine koyup gözlerini yumarak kendisini şeyhinin huzurunda hayal eder ve onun himmetini ister. Sonra kalbiyle ism-i celali (Allah) zikretmeye başlar. Ardından diliyle kelime-i tevhid zikrine geçer. Kelime-i tevhid zikrinin yapılış şekli bazı Sühreverdi şeyhleri tarafından şu şekilde tarif edilmiştir: Müridin başı kalbi üzerine eğik bir vaziyette iken zikre “la” sözüyle başlar ve başını hızlı bir şekilde sol omuzuna doğru kaldırır. Baş sol omuz üzerinde iken “la ilahe” kısmı bitmiş olur. Ara vermeden başını tekrar hızlıca kalbine doğru indirir ve tam kalbi üzerine geldiğinde vurgulu bir şekilde “illallah” der. Bu arada kalbinden Allah’ın dışındaki her şeyi atmaya niyet eder. Kelime-i tevhid kalbine nakşoluncaya kadar farz ve sünnet namazlar dışında gün boyu bu zikirle meşgul olur. Ayrıca namazlardan sonra, gece ve gündüzün belli vakitlerinde okunacak dualar, her aya mahsus zikirler ve dualar vardır. Şehabeddin es-Sühreverdi her ölüm yıl dönümünde törenlerle anılır. Hindistan Sühreverdileri genellikle sabah namazından sonra Allah’ın doksan dokuz ismi ile Hz. Peygamber’in doksan dokuz ismini okurlar.

Özetle Sühreverdiyye Tarikatı

Sühreverdilik , Sünni inançlara dayanan, Kuran ile hadisleri temel sayan bir kuruluştur. Kurucusu Şahabeddin yılda bir hacca gider , şeriatın önerdiği bütün kuralları yerine getirirdi. Kendisi İslam bilgileine aşırı bir eğilim gösterdiğinden, bu tarikate girenlerde bu durum bir ilke niteliği kazanmıştır. Sühreverdilik ‘ in tekkede düzenlenen özel törenlerde benimsediği ilkeler şunlardır :

- Şeriatın bütün isteklerini yerine getirdikten sonra tanı adlarını anarak nışlarını sürdürmek

- Bütün varlıkları Allah ın yoktan yarattığına günün birinde gene tanrı buyruğuyla yokolacağına inanmak.

- Yargı gününe bedenin geçiciliğine , tinin ölümsüzlüğüne, Allah ‘ın önsüz-sonsuz oluşuna, cennet-cehenneme inanmak.

- Aklın eksikliğini, tanrısal tözü bütünüyle kavrayamayacağını, tanrısal varlığın aklın sınırlarını aştığını bilmek.

- İnanın aydınlatıcı yönlendirici, yol gösterici bir ışık gibi hr nesneden üstün olduğuna, onsuz bir görülemeyeceğine inanmak.

- İnsanın arınması, doğru yolu bulması, kendini tanıması, gerçeği gerçek olmayandan ayırması ancak inanın aydınlığında olanaklıdır. Gerçeği kavramak, tanrısal varlığın yüceliğini anlamak için içe kapanış, derin düşünmeye dalış gereklidir.

Sühreverdilik müridleri bu ilkeleri uygulamak için özel törenler düzenlerler. Törenler şeyhin denetimi altında, düzenli topluluklarla yapılır. Görevler, tarikata ilk girenden, şeyhe değin belli aşamalara göredir. En yüksek aşamada şeyh bulunur. Şeyhin başlıca üstünlüğü bilgisinin genişliğidir, bilgisiz, yalnız kulaktan bilgilerle dolma bilgilerle yetinen bir kimse şeyh olamaz. Tarikata girmek yalnız nış için değil bilgi edinmek, bilgin olmak içindir.

İnsan , bilginin aydınlığında aşama aşama yükselerek, ışıkların ışığı, bilgilerin bilgisi olan Tanrı ‘ya varır. Bu varış tinseldir.nesnel değildir. Sühreverdilik , içeriği dolayısıyla, birçok bilgin, aydın yetiştirmiş bir kuruluştur. Öteki sünni tarikatlerin aksine özellikle Nakşbendilik, Kadirilik gibi toplumsal olaylara pek karışmamışlardır.

Özetle Sühreverdilik Kütüğü

- İmam Ali

- Hasan Basri

- Habib Acemi

- Davud Tai

- Maruf Kerhi

- Seriü-s Sakati

- Cüneyd Bağdadi

- Mümşadü’l Deynuri

- Muhiddin Nuri

- Mehmed Bekri

- Vecihetü’l Kadi

- Ömer Bekri

- Ebülnecib Sühreverdi

- Ömer Şahabeddin Sühreverdi . . .

BİBLİYOGRAFYA:
Abdülhak ed-Dihlevi, Aħbarü’l-aħyar (trc. Sübhan Mahmud - Muhammed Fazıl), Delhi 1414/ 1994, tür.yer.; İbn Hallikan, Vefeyat, III, 446-447; İbnü’l-Fuvati, el-Ĥavadiŝü’l-camiǾa (nşr. Mehdi en-Necm), Beyrut 1424/2003, s. 72, 231; Abdurrahman Ebü’l-Ferec el-Vasıti, Ŧabaķatü ħırķati’ś-śufiyye, Kahire 1305, s. 49, 58-61; Zehebi, Tariħu’l-İslam: sene 631-640, s. 98; a.mlf., AǾlamü’n-nübelaǿ, XXII, 375; Kütübi, Fevatü’l-Vefeyat, Bulak 1299, II, 216; İbn Battuta, Tuĥfetü’n-nüžžar, I, 221-222; II, 451-452, 544-545; Cüneyd-i Şirazi, Şeddü’l-izar (nşr. Muhammed-i Kazvini - İkbal-i aştiyani), Tahran 1328 hş., s. 176, 236, 352-353, 392, 394-395, 415, 419, 444, 461-462; İbnü’l-Mülakkın, Ŧabaķatü’l-evliyaǿ (nşr. Nureddin Şeribe), Beyrut 1406/1986, s. 262-265, 494-495, 497-499, 504, 506, 509; Cami, Nefeĥat, s. 417-418, 472-475, 480-482, 504, 588; Lamii, Nefehat Tercümesi, s. 560-561; Hulvi, Lemezat-ı Hulviyye, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 281, vr. 129b-132a; Zebidi, Ǿİķd, s. 41-42, 61, 68-69, 75, 87; a.mlf., İtĥafü’l-aśfiyaǿ, s. 202, 206-209, 244; Rıza Kulı Han Hidayet, Teźkire-i Riyażü’l-Ǿarifin, Tahran 1305 hş., s. 65; Haririzade, Tibyan, I, vr. 108b-109a; II, vr. 148b-160a; III, vr. 264a-b; L. Rinn, Marabouts et Khouan: étude sur l’Islam en Algérie, Alger 1884, s. 202-210; Hocazade Ahmed Hilmi, Hadikatü’l-evliya’dan Silsile-i Meşayih-i Sühreverdiyye ve Kübreviyye, İstanbul 1318, s. 4-34; Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya (haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz), İstanbul 2006, I, 143, 283-288, 311; Ma‘sum Ali Şah, Ŧaraǿiķ, II, 355-356; J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford 1971, s. 14, 20, 22, 29, 32-37, 39, 64-66, 233; R. A. Nicholson, “Pir Jamal”, A Volume of Oriental Studies Presented to Edward G. Browne (ed. T. W. Arnold - R. A. Nicholson), Amsterdam 1973, s. 364; Khaliq Ahmad Nizami, Some Aspects of Religion and Politics in India during the Thirteenth Century, Delhi 1978, s. 177-178, 220-229; Beşir Hüseyin Nazım, Evliya-yı Multan, Lahor 1985, s. 12-52; Muhammad Muzammil Haq, Some Aspects of the Principal Sufi Orders in India, Dhaka 1985, s. 78-95; S. A. A. Rizvi, A History of Sufism in India, New Delhi 1986, I, 190-226; a.mlf., “Jaunpur”, DİA, XXIII, 578; aişe Yusuf el-Mennai, Ebu Ĥafs ǾÖmer es-Sühreverdi, Devha 1412/1991, s. 28-49; Gulam Server Lahuri, Ħazinetü’l-aśfiyaǿ (trc. M. Zahirüddin Bati), Lahor 1994, II, tür.yer.; A. Knysh, Islamic Mysticism: A Short History, Leiden 2000, s. 192-207; Reşat Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeyniler, İstanbul 2003, tür.yer.; a.mlf., “Necibüddin b. Büzgaş”, DİA, XXXII, 489-490; Kamerul Huda, Şihabeddin Ömer Sühreverdi: Hayatı, Eserleri, Tarikatı (trc. Tahir Uluç), İstanbul 2004, tür.yer.; Bo Utas, “Notes on Afghan Sufi Orders and Khanaqahs”, Afghanistan Journal, VII/2 (1980), s. 60-67; Iqtidar Husain Siddiqui, “Resurgence of the Suhrawardi Silsila during the Lodi Period (1451-1576 AD)”, Pakistan Journal of History and Culture, VI/2, Islamabad 1985, s. 53-61; A. Rehmani, “Soharwardia Preaching in Sindh and Multan”, Journal of the Research Society of Pakistan, XXXIV Lahore 1997, s. 39-48; A. Bigelow, “The Sufi Practice of Friendship, the Suhrawardi Tariqa and the Development of a Middle Road”, Jusūr: The UCLA Journal of Middle Eastern Studies, XV, Los Angeles 1999, s. 14-49; F. Sobieroj, “Suhrawardiyya”, EI² (İng.), IX, 784-786; Nihat Azamat, “adiliyye”, DİA, I, 384; a.mlf., “Buhariyye”, a.e., VI, 377; a.mlf., “Bülbül Şah”, a.e., VI, 486-487; Mehmet Saray, “Afganistan”, a.e., I, 403; Hamid Algar, “Bahaeddin Zekeriyya”, a.e., IV, 462-463; a.mlf., “Halid el-Bağdadi”, a.e., XV, 284; Zehra Tahiri Hakīkī, “Celaliyye”, a.e., VII, 258-259; a.mlf., “Haksariyye”, a.e., XV, 208-209; Süleyman Uludağ, “Devran”, a.e., IX, 248; a.mlf., “Kaşani, Abdürrezzak”, a.e., XXV, 5; Orhan Bilgin, “Fahreddin-i Irakī”, a.e., XII, 84-85; Mustafa Bahadıroğlu, “İbrahim Zahid-i Geylani”, a.e., XXI, 360; Tahsin Yazıcı, “İmad-ı Fakīh”, a.e., XXII, 168; Abdülhamit Birışık - Khalid Zafarullah Daudi, “Keşmiri”, a.e., XXV, 327-328.

Üst ve Alt Fotoğraflar Irak – Bağdat- Şeyh Ömer Sühreverdi Külliyesi içerisinde



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi

İlgili Sayfalar

Yorum Yaz


Yazdığınız yorumların genel ahlak kurallarına uygun olmasına özen gösteriniz. Ayrıca yazdığınız yorumlarda isminiz e postanız eksik yanlış olmamalıdır aski halde yorumlarınız onaylanmaz dikkate alınmaz cevap verilmez.