Hanefi Mezhebinin Kuruluşu ve Yayılması

Hanefi Mezhebinin Kuruluşu ve Yayılması
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Hanefi Mezhebinin Tarihçesi Yorumlar : 0 Okunma : 3630 Beğen : 0

Hanefi mezhebinin doğuşunun Ebu Hanife’den önce Irak bölgesinde ortaya çıkan re’y ekolüyle (ehl-i re’y) sıkı bir bağlantısı vardır. Kufe şehrinin Hz. Ömer devrinden itibaren giderek artan bir hızla ilim ve kültür merkezi hüviyetini kazanmasında şüphesiz en büyük pay, başta Abdullah b. Mes‘ud ve Hz. Ali olmak üzere buraya yerleşen 1500 civarında sahabiye aittir. Bölgede sahabenin öğretimini başlattığı Kur’an ve hadis bilgisi, hocatalebe münasebetine dayanan ve giderek genişleyen ilmi halkalarla sonraki nesillere aktarılmış, yeni nesiller tarafından farklı üsluplarla da olsa re’y ve ictihadla zenginleştirilerek devam ettirilmiştir. Bölgede oluşan fıkhi gelenek ve anlayışın, tabiin dönemi fakihlerinden İbrahim en-Nehai’den (ö. 96/714) itibaren “Irak fıkhı” (Irak ekolü) olarak anılması ve Medine merkezli Hicaz fıkhına (ehl-i hadis) alternatif bir ekol olarak görülmeye başlanması (İbn Abdülber, II, 158) böyle bir gelişmenin sonucudur. Hatta mensuplarının çoğunluğu Hicaz (Medine) bölgesinde bulunan hadis ekolünün ehl-i re’ye muhalefetinin ve iki farklı temayüle mensup fakihler arasındaki fıkhi tartışmaların ehl-i re’yin ekolleşme sürecini hızlandırdığı söylenebilir.

Hadis ve re’y ekolleri arasındaki ihtilafın sadece hoca-talebe, muhit, rivayet geleneği ve malzeme farklılığından doğan bir gruplaşmadan ibaret olmayıp metot ve prensip itibariyle de aralarında bazı temel tercih farklılıklarının bulunduğu görülür. Irak fıkıh ekolünde oluşumun ilk dönemlerinden itibaren göze çarpan en bariz özellik, müslümanların o gün için karşılaştıkları veya çözümünü merak ettikleri meselelere Kur’an ve Sünnet’e dayalı bilginin re’y ve ictihadla zenginleştirilmesi suretiyle cevap aranması, farazi fıkha ve kıyas, istidlal gibi isimlerle anılan akli muhakeme ile dini bilgi ve hüküm üretme usulüne nasların izin verdiği ölçüde ağırlık verilmesi olmuştur. Hanefi fıkhının da hareket noktasını teşkil eden bu geleneğin oluşmasında, hoca-talebe ilişkisi içinde devralınan ilmi metot ve geleneğin payı kadar bölgenin kendine has şartlarının etkisi de vardır. Emeviler döneminde birçok farklı kültür ve medeniyetle yakın temas içinde olan, farklı ırk ve din mensupları ile değişik sosyal grupların bir arada yaşadığı Irak bölgesi, birçok siyasi ve fikri hareketin de yoğunlaştığı bir merkez durumundaydı. Dunyadinleri.com Öte yandan Kufe’nin Fars ve Yunan kültürüne aşina olan ve akli ilimlerde bir hayli birikimi bulunan Hire bölgesine yakınlığı da zikredilmelidir. Bundan dolayı tabiin döneminden itibaren bölgede canlı bir ilim ve kültür hareketinin ve re’y faaliyetinin bulunduğu görülür. Ancak Irak fıkhının tabiin neslinde değil, II. (VIII.) yüzyılın ortalarında tebeu’t-tabiin ve müteakip nesil sayılan Ebu Hanife ve öğrencilerinin döneminde sistemleşip ekolleşmesinin, uzun bir süre daha Irak fıkhı ve mensupları ehl-i re’y olarak anılsa da ileriki dönemlerde ve neticede Ebu Hanife’ye nisbet edilen bir mezhep olarak teşekkül etmesinin makul sebepleri de olmalıdır.

Bu sebeplerden biri, Ebu Hanife’nin etrafında teşekkül eden ictihad şurası ve fıkıh akademisinin önceki nesillerden kendilerine intikal eden Kur’an ve hadis bilgisini, re’y ve yorumları dikkatlice inceleyip özümseyerek hayatın bütün alanlarını kapsayacak şekilde geliştirip genişletmeleri, böylece gerek fert gerekse toplum ve yönetim açısından ihtiyaca cevap verebilir bir bütünlük ve zenginliğe kavuşturmalarıdır. Her ne kadar, Şah Veliyyullah ed-Dihlevi’nin de aralarında bulunduğu bazı alimler Ebu Hanife fıkhının İbrahim en-Nehai fıkhından fazla farklı olmadığı kanaatini taşısalar da (Hüccetullāhi’l-baliğa, I, 534) Ebu Hanife’nin, sahabe ve tabiin döneminde Irak bölgesinde oluşan zengin ilmi mirası hocaları ve görüştüğü çeşitli alimler vasıtasıyla yakından tanıma ve kavrama imkanı bulduğu, etrafındaki seçkin ve yetişkin öğrencileriyle birlikte değişen şartlara ve çoğalan fıkhi meselelere paralel olarak ve kendini İbrahim en-Nehai de dahil tabiin dönemi fakihlerinin, hatta belli sayıda sahabenin ictihadı ile bağlı hissetmeyerek önceki nesillerden devralınan bu zengin mirası yeniden değerlendirip sistemleştirdiği ve o gün için ferdi ve içtimai hayatın bütün yönlerine cevap verebilen bir bütünlüğe kavuşturduğu görülür. Söz konusu bu bütünlüğün sağlanmasında, Ebu Hanife’nin etrafında meseleleri farklı açılardan mütalaa edebilen birçok mesai arkadaşının ve öğrencisinin bulunması elbette büyük rol oynamıştır.

Hicri II. (VIII.) yüzyıl Irak fıkhı içinde Ebu Hanife ve öğrencilerinin görüşlerinin yanı sıra Osman el-Betti, İbn Şübrüme, İbn Ebu Leyla gibi çağdaşı fakihlerin görüşleri de yer almakla birlikte bu dönemde oluşan fıkhi birikimin ileriki dönemlerde Ebu Hanife’ye nisbet edilmesinin bir diğer sebebi, Ebu Hanife’nin hem akranları arasında ve öğrencileri katında üstat olması, hem de görüşlerinin bu fıkıh doktrin ve geleneği içinde gerek keyfiyet gerekse kemiyet itibariyle ağırlık taşımasıdır.

Öte yandan tabiin döneminde re’y ve ictihad faaliyetinin, biraz da yeni coğrafyalara taşma ve yeni kültürlerle karşılaşmanın tabii sonucu olarak alabildiğince genişlemesi ve uç noktalara doğru açılma istidadı göstermesi, bu hareketin kontrol altına alınması ve belirli bir ilmi disiplin ve metoda kavuşturulması ihtiyacını doğurdu. Çünkü metodu ve ilmi geleneği bulunmayan, cürete ve tepkiye dayalı bir re’y ve yorum faaliyetinin Kur’an ve hadis merkezli geleneksel dini bilgi ve birikimi ciddi ölçüde tehdit ve tahrif edebileceğinin, ümmet içinde kargaşa ve ayrılıklara yol açabileceğinin ipuçları vardı. Nitekim hadis mecmuaları, musannefler ve rivayet tefsirleri de dahil literatürde tabiin ve tebeu’t-tabiin alimlerine izafe edilen birçok farklı görüşe rastlanabilmekte ve bu dönemdeki ictihadlarda sonraki dönemlerde görülmeyen bir çeşitlilik ve zenginlik müşahede edilmektedir. Bu dönemde re’ye karşı “mezmum re’y” adlandırılmasıyla belli bir tepkinin oluşmasının temelinde de serbest re’y hareketinin geleneksel dini öğretiyi ve yaşantıyı temelden değiştireceği kaygısı ve buna karşı önlem alma çabası yatmaktadır. Dunyadinleri.comBu kaygı ve çabanın, dış etkilere daha açık olan Irak bölgesinde tebeu’t-tabiin döneminden itibaren daha da artmış olması tabiidir. Bölgede hadisçilerin zayıf bir sesle de olsa temsil ettiği hadis fıkhı, genelde re’y ve yoruma kapalı özelliği sebebiyle değişen şartlar ve çözüm bekleyen meseleler karşısında yetersiz kalırken Ebu Hanife ve öğrencilerinin temsil ettiği re’y fıkhı, geleneksel dini öğretiyi makul bir yorumla geliştirip naslarla re’y arasında dengeyi kurması ve serbest re’y hareketini de belirli bir çizgiye oturtması sebebiyle döneminde ilgi odağı olmuş, sonraki dönemin alim ve müctehidleri arasında rağbet görmüş, fıkhın bu metot ve çerçevede geliştirilmesi fikri ağırlık kazanmıştır. Ebu Hanife’nin ameli (fıkhi) alandaki re’y ve yorumculuğuna karşı itikadi alanda Selefilik sayılabilecek orta ve muhafazakar bir yol takip etmesinin de ona duyulan güveni arttırdığı söylenebilir.

Fıkıh mezheplerinin teşekkülünün, İslam medeniyetinin gelişimi ve İslam’ın yayılması ile aynı zaman diliminde buluşması tesadüfi değildir. Otuz yıl süren Hulefa-yi Raşidin dönemi ve yaklaşık bir asır süren Emeviler devri İslam’ın yayılma, devletin ve İslam medeniyetinin kuruluş aşaması, II. (VIII.) yüzyılın ortalarına doğru başlayan Abbasiler dönemi ise devletin bütün kurumlarıyla yerleşmesi, İslam medeniyetinin gelişme süreci olma özelliği taşır. Yeni ve ihtilaflı meselelerin giderek çoğaldığı ve fakihlerce farklı çözümlerin benimsendiği bir ortamda orta seviyede bir ferdin fıkhi tartışmalara katılması, hatta gelişmeleri yakından takip etmesi mümkün olmadığından güvendiği bir fakihin veya mezhebin görüşünü alıp onunla amel etmesi kendisi için tek çıkar yol olmuştur. Aynı şekilde yargılamada güven ve istikrarı sağlamak, kanun ve yargı önünde insanlara eşit davranmak da toplumda adaletin tesisi ve devletin bekası için ön şart niteliğini taşıdığından gelişen İslam devletinin temel meselelerinden birini teşkil etmeye başlamıştır. Dunyadinleri.com O zamana kadar halifeler tarafından re’sen tayin edilen ve tayin edildiği bölgede bağımsız olarak görev yapan müctehid kadıların toplumda adaletin sağlanmasında inisiyatif ve dirayetlerine de bağlı olarak aktif bir rol oynadıkları ve bu konuda yeterli oldukları doğrudur. Ancak İslam coğrafyasının genişlemesinin ve taklit zihniyetinin giderek yaygınlaşmasının tabii sonucu olarak her bölgeye müctehid bir kadı gönderilmesi imkanının azalması, öte yandan yargılamada düzen ve istikrarı sağlama ihtiyacının belirgin bir hal alması, Harunürreşid’den itibaren Abbasi halifelerini bu konuda tedbir almaya sevketmişti. Bu ortamda Ebu Hanife ve öğrencilerinin geliştirip sistemleştirdiği Irak fıkıh ekolü, hem fertler hem Abbasi yönetimi açısından bu amaçları gerçekleştirme yönünde önemli bir fırsat teşkil etmiştir.

Fıkıh mezheplerinin ve İslami ilimlerin diğer alanlarındaki mezhep ve ekollerin, adına nisbet edildikleri müctehid ve önderlerden bazan birkaç yüzyıl sonra belirli amillerin etkisiyle ve tabii bir seyir içinde teşekkül ettiği bilinmektedir. Hanefi mezhebi de gerek Ebu Hanife’nin gerekse ilk nesil öğrencilerinin vefatlarından çok sonra bu adla anılmaya ve mezhep olarak belirginleşmeye başlamıştır. Bu sebeple Ebu Hanife’ye mezhep kurma niyet ve girişiminin izafe edilemeyeceği, hatta onun ve öğrencilerinin “mezhep kurucusu” olarak nitelendirilmelerinin bile kelimenin gerçek anlamı itibariyle doğru olmayacağı açıktır. Öte yandan Ebu Hanife merkezli II. (VIII.) yüzyıl Irak fıkhının ekolleşip sonraki dönemlerde hem müslüman halk hem alim ve yöneticiler tarafından mezhep olarak algılanması ve giderek İslam coğrafyası üzerinde yayılması sonucunu doğuran birtakım sebeplerin de bulunması kaçınılmazdır. Özellikle mezhepler arası tartışmalar ve mezhep taassubuna dayanan bazı izahların da etkisiyle bir kısım tarih, tabakat ve menakıb kitaplarında bu gelişmeleri tek bir sebeple açıklama, böylece kendi övgü ve tenkitlerine sağlam bir zemin hazırlama temayülünün bulunduğu doğrudur. Ancak tarih boyunca bütün İslam coğrafyasına yayılarak hicri ilk birkaç asırdan sonra bütün müslümanların hukuki-ameli hayatını yakından etkilemiş ve yönlendirmiş olan ve günümüzde de hala geçerliliğini koruyan fıkıh mezhepleri vakıasının değişik ve farklı seviyede birçok sebeple açıklanması ve bu sebeplerin etkilerinin dönem ve bölgelere göre devamlı değişebileceğinin de bilinmesi gerekir. Sebeplerin bu çeşitliliği ve değişebilirliği saklı kalmak kaydıyla, Hanefi mezhebinin kuruluş ve yayılmasını ;
1.Mezhep imamının öğrencilerinin faaliyeti,
2.Mezhep fıkhının tedvini,
3.Kadılık resmi mezhep uygulaması,
4.Coğrafik ve Kültürel Nedenler

başlıkları altında açıklamak mümkündür.



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi