Hanefi Mezhebi Doktrini'nin Gelişmesi

Hanefi Mezhebi Doktrini'nin Gelişmesi
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Hanefi Mezhebinin Tarihçesi Yorumlar : 0 Okunma : 3100 Beğen : 0

Hanefi fıkıh ekolü, ilk iki (VII ve VIII.) yüzyılda Irak bölgesinde doğup gelişen ehl-i re’y ve Irak fıkhı içinde tabii bir seyir takip ederek meydana çıktığı için mezhebin hukuk doktrininin ve metodolojisinin oluşmasında ilk dönemlerin belirgin bir etkisinin bulunması tabiidir. Bununla birlikte Hanefi fıkhı asıl Ebû Hanife ve öğrencilerinin görüşleri etrafında oluşmuş, Ebû Yûsuf’un telifleri ve özellikle İmam Muhammed’in zahirü’r-rivaye eserleri doktrinin tesbitinde ve belirginleşmesinde önemli katkıda bulunmuş, çeşitli bölgelere dağılarak eğitim, tedvin ve kadılıkla meşgul olan sonraki nesil Hanefi fakihlerince de bu doktrin zenginleştirilerek geliştirilmiştir. Ancak Hanefi mezhebinin bölgelere yayılışı değişik vesilelerle farklı zamanlarda gerçekleştiği, mezhebin hukuk doktrininin gelişimi de geniş bir coğrafya üzerinde ve birkaç yüzyılı bulan değişik çaba ve katkılar sonucu tamamlandığından doktrinin tarihigelişimini ana çizgilerle belirli zaman dilimlerine ayırarak açıklamak oldukça zordur. Bu konuda belki de en sağlıklı yol, ilk birkaç nesil Hanefi müctehidinin, literatüre yansıyan tasniflerin de yardımıyla fert ve grup olarak ele alınıp onların teliflerinin ve diğer ilmi faaliyetlerinin mezhep doktrininin oluşmasına katkısını belirlemeye çalışmaktır. Bunu yaparken de eserleri günümüze kadar ulaşan ve mezhep içinde itibar gören fakihlerin yanı sıra görüşleriyle ve yetiştirdiği öğrencilerle çevresinde hayli etkili olan, zikredilen eserlerin tedvinine zemin hazırlayıp doktrinin gelişmesinde önemli payları bulunan fakihleri de göz ardı etmemek gerekir.

Literatürde Hanefi fakihlerinin mütekaddimin-müteahhirin, selef-halef-meşayih gibi ayırımları, şeriatta, mezhepte veya meselede müctehid, ashabü’t-tahric, ashabü’t-tercih, ashabü’t-temyiz şeklinde bir gruplandırma ve derecelendirmeye tabi tutulması (İbn abidin, MecmûǾatü’r-resaǿil, I, 11-12; a.mlf., Reddü’l-muhtar, I, 77; Leknevi, s. 6-7), bir yönüyle bu fakihlerin mezhep fıkhının oluşumuna katkılarını ve fıkhidirayetlerini belirlemeyi amaçlar.

Hiciri III. (IX.) yüzyılın sonuna kadarki Hanefi fakihleri mütekaddimin olarak adlandırılır (İbn abidin, MecmûǾatü’r-resaǿil, I, 161) ve bunlardan Ebû Hanife ve müctehid öğrencilerine selef, sonrakilere de halef tabir edilir. Ancak halefi, Şemsüleimme el-Halvani öncesine kadar (V./XI. yüzyıl başları) götürenler de vardır (Leknevi, s. 241). İbn abidin’in kaydettiği 300. (913.) yıl sınır kabul edildiğinde mütekaddimin tabakasını, ilk nesil Hanefi imamları ve müctehidleriyle onların öğrencisi olan ikinci nesil fakihlerin ve onların yetiştirdiği üçüncü nesil fakihlerin teşkil ettiği söylenebilirse de bu tür adlandırmanın yine de dönemlere göre belli ölçüde izafilik taşıması muhtemeldir. İkinci ve üçüncü nesil Hanefi fakihlerinin hemen hemen tamamının kadılık yaptığı ve fıkıh alanında bazı eserler telif / tedvin ettiği kaynaklarda zikredilmekle birlikte (Sezgin, I/3, s. 78, 80-85; İbnü’n-Nedim, s. 286-291), bu fakihlerin önceleri himmetlerini daha çok hocalarından devraldıkları ilmimirası, tedvin edilen eserleri ve ders halkalarında tutulan notları bir sonraki nesle intikal ettirme yönünde yoğunlaştırdığı, çoğu fiilen uygulama içinde bulunduğundan devredecekleri fıkıh kültürünü tatbikat tecrübesiyle zenginleştirme imkanı buldukları, daha çok uygulamayı yansıtan eserlerin de üçüncü nesil fakihler tarafından telif ve tedvin edilmeye başlandığı anlaşılmaktadır. Bunlar arasında, Ebû Yûsuf’un ve İmam Muhammed’in zahirü’r-rivaye eserlerinin ravilerinden olan Ebû Süleyman el-Cûzcani(ö. 200/816 dunyadinleri.com), Ebû Hafs el-Kebir, isa b. Eban, Muhammed b. Semaa, Bişr b. Velid el-Kindi, Hilal b. Yahya (ö. 245/860) ve bunların öğrencileri sayılabilir.

Ebu Hanife ve ilk nesil Hanefi fakihlerinin görüşleri etrafında oluşan fıkıh kültürünün III ve IV. (IX ve X.) yüzyıllarda Irak’ta ve Kufe’nin doğusunda kalan İslam coğrafyasında hızla yayılmasının ardından her bölgede bu fıkhimirasın bölgenin kültür ve problemleriyle zenginleştirilerek geliştirilmeye başlandığı ve fakihlerin bulundukları bölge ve şehirlere nisbetle Belh alimleri (meşayihu Belh), Buhara, Irak alimleri gibi bir gruplandırmaya tabi tutulduğu görülür. Bu tarz adlandırma, bölgelerde tedvine ve muhakemeye dayalı fıkıh bilgi ve kültürünün hoca-talebe bağı içinde bir sonraki nesle aktarılması geleneğini ifade ettiği gibi, önceki nesillerden devralınan Irak fıkhının her bölgede ihtiyaç ve şartlara bağlı olarak farklı yönlerde ve zenginlikte geliştiğinin ve Hanefi fıkhı içinde alt ekollerin teşekkülünün de habercisi olmuştur.

Literatürde yer alan “meşayih” tabiri, genelde bir bölgede belirli bir fakihin etrafında toplanan veya benzer fıkhitercihlere sahip bulunan fakihler grubunu ifade etmekte olup meşayih dönemi mütekaddiminin son halkasını teşkil eden üçüncü nesil fakihlerle, mesela III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısından başlayan ve yaklaşık IV. (X.) yüzyılın sonlarına kadar devam eden bir zaman dilimi olarak belirlenebilir.

Klasik veya müteahhirin dönemi Hanefi fıkıh literatürüne malzeme teşkil edecek doktrinel görüşlerin ve farklı yorumların önemli bir kısmı bu meşayih devrindeki fıkhi gelişmelerin ürünüdür. Bu dönem Hanefi fakihlerinin öncekilere nisbetle daha fazla eser telif ettikleri ve dönemin özellikle ilk neslinin yargılama hukuku (edebü’l-kādi), vakıf, şürût ve sicillat, hiyel gibi fıkhın alt dallarında ve daha çok uygulamaya ve çözümlere yönelik müstakil eserler verdikleri görülür. Bunlar arasında zamanının Bağdat Hanefi fakihi Hassaf (ö. 261/875), Mısır Kadısı Bekkar b. Kuteybe (ö. 270/884), Şam, Bağdat ve Kûfe’de kadılık yapan Ebû Hazim el-Kādi(ö. 292/905) sayılabilir. Yine bu dönem, mezhep imamlarından intikal eden bazı görüşlerin serbestçe tartışılıp bunlara aykırı görüşlerin de ileri sürülmesi, mezhepler arası mukayeseli hukuk ilmi sayılabilecek olan hilafiyat ve cedelin doğmaya, Hanefi fıkhının klasik eserlerinin ilk örneklerinin görülmeye başlanması ile dikkat çeker.

Meşayih döneminin ikinci yarısı, aynı zamanda Hanefi fıkıh doktrininin klasik döneminin başladığı bir zaman dilimidir. Hanefi fıkhını derli toplu şekilde özetleyen ve günümüze ulaşan ilk el kitabı olan Tahavi’nin (ö. 321/933) el-Muhtaśar’ı, Hakim eş-Şehid el-Mervezi’nin (ö. 334/945) İmam Muhammed’in zahirü’r-rivaye eserlerini özetleyen el-Kafiadlı eseri ve Kerhi’nin (ö. 340/952) el-Muhtaśar’ı, hem rivayet hem de o zamana kadarki tatbikat itibariyle kuvvet kazanmış mezhep görüşlerini vermenin yanı sıra klasik dönemin de başlangıcını teşkil eden eserler olarak anılmalıdır. Bu dönemde Hanefiliğin yaygın olduğu her bölgede mezhep fıkıh geleneğinin ve doktrininin o zamana kadar birikmiş olan telifatın da yardımıyla hoca-talebe ilişkisi içerisinde geliştirilerek devam ettirildiği, mezhep fıkhının dayandığı delillerin ve metodolojinin tesbit edilmeye çalışıldığı ve bu ilmifaaliyetin çeşitli dönem ve bölgelerde farklı fakihler tarafından temsil edildiği görülür. Mesela Irak bölgesinde KādiEbû Tahir ed-Debbas ve Kerhiile devralınıp devam ettirilen Hanefi fıkıh geleneği, bir sonraki nesilde Ebû Ali eş-Şaşi(ö. 344/955) ve Ebû Bekir el-Cessas (ö. 370/981) ile, Maveraünnehir’de Ebû Hafs el-Kebir’den sonra Hakim eş-Şehid el-Mervezi, Sebezmûni(ö. 340/952), Ebû Ca‘fer el-Hinduvani(ö. 362/973) ve Ebü’l-Leys es-Semerkandi(ö. 373/983) gibi fakihlerce temsil edilmiştir. Bu fakihlerin, fıkhın fürû ve usulü alanında gerek zamanlarına kadar biriken mezhep doktrinini, metodolojisini ve fıkıh kültürünü yansıtan, bir ölçüde de mezhep fıkhını derlemeye ve temellendirmeye yönelik eserlerinin, gerekse tercih ve ictihadlarının Hanefi fıkıh doktrininin gelişimine olan katkısı büyüktür.

Hiciri V (XI) ve VI. (XII.) yüzyıllar, Hanefi fıkıh doktrininin klasik şekil ve muhtevasını kazandığı dönem olarak dikkat çeker. Bu dönem fıkıh mezheplerinin yayılmasının büyük ölçüde tamamlandığı, cami, külliye ve medrese gibi kurumlarda mezhep fıkıhlarının düzenli şekilde eğitim ve öğretiminin yapıldığı, mezhepler arası ilmimünazara ve münakaşaların arttığı, mezheplerin fıkhigörüş ve esaslarıyla ilgili zengin bir kültür ve telifatın biriktiği bir zaman dilimi görünümündedir. Bu dönemde her bölgede birçok fakihin yetiştiği, mezhep fıkhıyla ilgili çoğu günümüze kadar ulaşmamış birçok eserin yazıldığı bilinmektedir. V. (XI.) yüzyıl Hanefi fakihleri arasında, Irak’ta mezhebin önemli el kitaplarından biri olan el-Muhtaśar’ın müellifi Kudûri(ö. 428/1037), Maveraünnehir’de mezhepler arası mukayeseli hukuk (hilaf) ilminin kurucularından sayılan Debûsi, mezhep fıkhında hem yetiştirdiği talebeleriyle hem ictihad ve tercihleriyle belirli bir ağırlığı olan Şemsüleimme el-Halvani, Natıfi, Nasıhi, Ebü’l-Hasan es-Suğdi, Ebû Nasr Ahmed b. Mansûr el-İsbicabi, Ebû Bekir Haherzade, Ebü’l-Usr Fahrülislam el-Pezdevive Şemsüleimme es-Serahsi(ö. 483/1090) sayılabilir. Özellikle son iki fakih, usul ve fürû alanındaki eserlerinin yanı sıra mezhep içi ictihad ve tercihleriyle de sonraki dönem Hanefi fıkıh literatürü ve fakihleri için önemli bir mesnet ve kaynak olmuştur. Bu dönem fakihlerinin birçoğu, el-Mebsûŧ adı altında zamanına kadar gelen Hanefi fıkıh doktrinini, rivayet ve ictihadları toplayan kapsamlı eserler yazmış olup bunlardan Serahsi’nin otuz cilt halinde matbu olan eseri mezhep fıkhını delilleriyle birlikte aktarması yönünden ayrı bir önem taşır.

Hiciri V. (XI.) yüzyılda belli bir istikrar ve olgunluk kazanan mezhep doktrininin, çeşitli bölgelerde Hiciri VI. (XII.) yüzyılda yetişen Hanefi fakihleriyle ve onların tedris ve telif faaliyetiyle daha da geliştirildiği, geniş bir coğrafyada yayılmış bulunan mezhep içinde o zamana kadar oluşan fıkhigörüş ve temayüllerin değerlendirmeye ve tasnife tabi tutularak ibadetler, ahval-i şahsiyye, yargılama ve kamu hukuku gibi alanlarda tutarlılık, uygulama birliği ve istikrarın sağlanmaya çalışıldığı görülür. Bu dönemin fakihleri arasında, bir önceki neslin öğrencileri olan ve çoğu arasında böyle bir ilmigelenek bağı bulunan Ebû Bekir Muhammed b. İbrahim el-Hasiri(ö. 500/1107), Ebü’l-Fazl Osman el-Fazli, Şemsüleimme ez-Zerenceri, Yûsuf b. Ali el-Cürcani, Ali b. Muhammed el-İsbicabi, Sadrüşşehid, Necmeddin en-Nesefi, Tuhfetü’l-fuķahaǿ adlı ve sistemli fıkıh kitabının müellifi Alaeddin es-Semerkandi, Tahir b. Ahmed el-Buhari, Ebü’l-Fazl Abdurrahman b. Muhammed el-Kirmani, el-Muhiŧ müellifi Radıyyüddin es-Serahsi, Taceddin el-Kerderi, Ebû Hafs Ömer b. Muhammed el-akılive Ahmed b. Muhammed el-Attabisayılabilir. VI. (XII.) yüzyıl fakihlerinin son halkasını teşkil eden, sistem ve metodu itibariyle klasik Hanefi literatürü içinde ayrı bir yeri olan BedaǿiǾu’ś-śanaǿiǾ fitertibi’ş-şeraǿiǾ adlı eserin müellifi Kasani, Fetava adlı kaynak eserin müellifi Kādihan ve yine mezhep fıkhının klasiklerinden biri sayılan el-Hidaye’nin müellifi Burhaneddin el-Mergīnani(ö. 593/1197), Hanefi hukuk doktrininin klasik şekil ve muhtevasını kazanmasında oldukça büyük pay sahibidirler. Bu dönem fakihlerinin genelde Maveraünnehir bölgesinde yetiştikleri, çoğunun ya mezhep imamlarının eserlerine yeni şerhler yazdıkları, ya da fer‘imeselelere kendilerince veya zamanlarına kadarki Hanefi fakihlerince verilen fıkhicevapları ihtiva eden fetava kitapları kaleme aldıkları göze çarpar. Abdülhay el-Leknevi, herhalde devrin biraz da bu özelliği sebebiyle, Şemsüleimme el-Halvani’den (ö. 452/1060 [?]) Hafızüddin el-Buhari’ye (ö. 693/1294) kadar yaklaşık üç asırda gelen fakihleri müteahhirin grubunda göstermektedir (el-Fevaǿidü’l-behiyye, s. 241 dunyadinleri.com). Bu ifade, mezhep literatürünün ilk klasiklerinin bu dönem öncesinde, yani kuruluş (mütekaddimin) ve meşayih döneminde yazılmış ve mezhep doktrinin ana hatlarıyla bu dönemde belirginleşmiş olduğunu, sonra yazılanların ise bir nevi şerh, yeniden ifade ve güncelleştirme sayılabileceği şeklinde anlaşıldığında doğru olsa bile doktrinde klasik çizginin oluşumunu belirlemede yetersiz kalır.

Hanefi fıkhının Kasanive Mergīnaniile hemen hemen klasik gelişmesini tamamladığı, mezhep doktrininin, mezhepte yerleşik ve aykırı görüşlerin değerlendirilmesiyle ilgili istikrarlı bir çizginin ve ilmibir geleneğin bu döneme kadar belirginleştiği, daha sonraki dönemlerde ise geniş bir coğrafyada ve dört beş asırlık uzun bir zaman diliminde oluşan bu mezhep doktrin ve kültürünün ihtisar, şerh, haşiye, nazım türü çalışmalara konu edilip ihtiyaç oranında işlenmeye ve zaman zaman yeniden ifade edilmeye çalışıldığı söylenebilir.

Öyle anlaşılıyor ki fakihlerin farklı görüş ve yaklaşımlarının geniş bir yelpaze oluşturduğu, gerek ibadetler ve özel hukuk gerekse kamu hukuku alanında sübjektif ve kişisel tercihleri ön plana çıkardığı ilk yüzyıllarda hukukiistikrar ve güven ortamına duyulan ihtiyaç kendiliğinden nasıl ekolleşmeye yol açmışsa aynı şekilde ileriki yüzyıllarda mezheplerin içinde benzeri bir gelişme yaşanmaya başlanmış; geniş bir coğrafyaya yayılarak birbirinden oldukça farklı metot, görüş ve yorumlarla hayli zenginleşen mezhep doktrininin derlenip toparlanması, delillendirilerek ve belirli bir metodolojiye oturtularak güçlendirilmesi ve mezhep temelinde bir istikrar çizgisinin oluşturulması ihtiyacı hissedilmiştir. Mesela Hanefi mezhebi içinde İmam Muhammed’in zahirü’r-rivaye eserlerinden Tahavive Kudûri’nin el-Muhtaśar’ına ve Hakim eş-Şehid’in el-Kafi’sine, oradan da el-Hidaye ve BedaǿiǾe uzanan ana hattın korunmaya çalışılıp nevadir, vakıat ve fetva türü eserlerde yer alan fıkhigörüşlerin bu çizgi esas alınarak değerlendirme ve tasnife tabi tutulması bu anlayışın ürünüdür. Müteahhirin dönemi denebilecek sonraki yüzyıllarda da bu çizgi ana hatlarıyla korunacak ve her dönemde mezhep doktrini bu çizgi üzerinde yapılan şerh, haşiye veya telif faaliyetiyle ve çok defa yeni bir ifade ile derlenip toparlanmaya çalışılacaktır.

Öte yandan Hanefiliğin Hiciri IV ve V. (X ve XI.) yüzyıllarda Türkler’in bulunduğu Maveraünnehir’de ve diğer doğu bölgelerinde yayılması ve doktrinin burada bir hayli geliştirilmiş olması, Türkler’in İslam dünyasının diğer merkezialanlarına yayılması ile birlikte Maveraünnehir fıkıh geleneğinin diğer bölgelere taşınmasına ve bundan sonra mezhep doktrininde ağırlıklı bir yere sahip olmasına yol açtı. Özellikle Türkler’in hakimiyet alanlarında Doğulu fakihler özel himaye görmüş, sosyal ve siyasal prestiji olan mevkileri sıkça işgal etmiş, VII. (XIII.) yüzyıla kadar devam eden bu durum Moğol istilası ile tedricen azalmıştır. Hanefi tabakat kitaplarında V-VI. (XI-XII.) yüzyıl Maveraünnehir Hanefi hukukçular bir hayli yekün tutar (Kavakçı, s. 25 vd.).

Klasik dönemi takip eden asırlarda hem ilk dönemlerden itibaren zenginleşerek gelen fıkıh kültürünü ve fetva geleneğini, hem de kendi dönemlerindeki fer‘imeselelere getirilen çözümleri fetava adıyla anılan hacimli eserlerinde toplayan Hanefi fakihlerinin sayısı artarak devam etmiştir. Bunlar arasında Burhaneddin el-Buhari(ö. 616/1219), Şemsüleimme el-Kerderi(ö. 642/1244), alim b. Ala (ö. 786/1384), Bezzazi(ö. 827/1424) gibi fakihler sayılabilir. Ayrıca çeşitli dönemlerde yukarıda sözü edilen gerekçe ve ihtiyaçtan hareketle mezhep doktrinini özetleyen eserlerin telifi ve bunlar etrafında oluşan şerh-haşiye çalışmaları da sürdürülmüştür. Müteahhirin devri Hanefi alimlerinden Ebü’l-Fazl Abdullah b. Mahmûd el-Mevsıli’nin (ö. 683/1284) el-Muhtar’ı ve onun şerhi el-İhtiyar li-taǾlili’l-Muhtar’ı, Muzafferüddin İbnü’s-Saati’nin (ö. 694/1295) MecmaǾu’l-bahreyn adlı eseri, Ebü’l-Berekat en-Nesefi’nin (ö. 710/1310) Kenzü’d-deķāǿiķ’i ve Tacüşşeria’nın (VIII./XIV. yüzyıl) Viķāyetü’r-rivaye’si, mezhebin o zamana kadarki muteber kitaplarından bazıları esas alınarak hazırlanmış muhtasar metinler olup daha sonraki dönemde birçok şerh ve haşiye çalışmasına konu olmuştur. Diğer bir ifadeyle, o zamana kadar olduğu gibi ileriki dönemlerde de mezhep içinde ictihad, tahric ve tercih yapabilecek seviyede birçok fakih yetişmiş, fakat bunların çoğu mezhep fıkhına dair yeni bir kitap telif etmek yerine mezhebin genel kabul görmüş muhtasar metinlerine şerh ve haşiye yazmayı tercih etmiş, böylece hem kendi yorumlarını satır aralarına serpiştirme imkanı bulmuş, hem de doktrinin klasik çizgisini ve dönemlerine kadar devam edegelen fıkıh eğitim ve öğretim geleneğini korumak istemiş veya içinde bulunduğu şartlar ve hakim telakkiler sebebiyle buna mecbur olmuştur.

Muhtasar metinler, daha çok mezhep imamlarına ait veya mezhep içinde oluşan çeşitli görüşlerden biri o zamana kadarki uygulamalar ve temayüller ışığında tercih edilerek kaleme alınmış eserler olup genelde mezhep fıkhının ana çizgilerini belirleme ve mezhep içinde o zamana kadar oluşan geleneksel çizgiyi devam ettirme yönünde önemli bir rol üstlenmişlerdir. Bu rol, diğer fıkıh mezhepleri gibi Hanefiliğin de giderek belli tercihler ve ortak metinler etrafında donuklaşması, mezhep içinde üretilebilecek alternatif doktrinel görüşlerin ve çözüm önerilerinin peşinen redde mahkûmiyeti gibi olumsuz bir gelişmenin de ana sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Bundan dolayı asırlar içinde ortaya çıkan çeşitli muhtasar metinlerin tercih veya terkettikleri fıkhigörüşler arasında ciddi bir farklılık görülmez. Metinler üzerinde yapılan şerh ve haşiyeler, fıkhın alt konuları etrafında o zamana kadar oluşan tartışmaları, farklı görüşlerin kabul ve red gerekçesini, diğer fıkıh mezhepleriyle mukayeseyi vermeyi amaçladığından, Hanefi fıkıh doktrininin çeşitli dönemlerdeki dar açılımlı da olsa boyutlarını takip etme bakımından ayrı bir önem taşır. Bu sebeple Mergīnani’nin el-Hidaye’si üzerine yapılan el-Kifaye, el-Ǿİnaye, el-Binaye ve Fethu’l-ķadir, Nesefi’nin Kenzü’d-deķāǿiķ’i üzerine yapılan Tebyinü’l-haķāǿiķ, el-Bahrü’r-raǿiķ gibi şerhler hem kaza ve fetva hem de fıkıh eğitimi alanında en az bu metinler kadar itibar görmüştür. dunyadinleri.com. Ancak bu tür metin ve şerh-haşiyeler, İslam toplumlarında dinieğitim ve öğretimin önemli bir bölümünü teşkil eden fıkıh öğretiminin temel malzemesini teşkil ettiğinden, değişen şartlara göre fıkhın kazanacağı yeni muhtevayı ve getireceği çözümleri belirlemeden çok geleneksel hukuk doktrinini tanıtma ve bu çerçevede yeni nesillere hukuk formasyonu kazandırma amacı taşımışlar, bu da mezhep hukuk doktrininin donuklaşması ve birçok alanda uygulama ile bağının kopması sonucunu doğurmuştur. Bununla birlikte bu tür hacimli eserlerde literatürün tedvin geleneğine damgasını vuran meseleci metodun zaman zaman aşılıp kavram hukukçuluğunun yapıldığı, hukukihükümlerin gerekçe ve sonuçlarının doktrinel tarzda ele alındığı da müşahede edilir.

Osmanlı döneminde ilmiye sınıfının oluşmasının ardından yazılmaya başlanan Hanefi fıkıh literatürünün büyük bir kısmının Osmanlılar’daki fıkıh eğitim ve öğretimini ve ulemanın fıkıh kültürünü yansıtması, bunlar arasında mesela Molla Hüsrev’in Dürerü’l-hükkam’ı ve İbrahim b. Muhammed el-Halebi’nin Mülteķa’l-ebhur’unun devletin bir nevi yarı resmihukuk külliyatı olarak rağbet görmesi yanında, bu dönemin fetva kitapları ve günümüze intikal eden şer‘imahkeme sicilleri, hem geleneksel mezhep doktrininin farklı muhit ve şartlarda hangi alanlarda ve ne ölçüde değişebileceğini, hem de taklit zihniyetinin ve mezhepçiliğin hukukihayatta yol açtığı tıkanıklığı göstermesi bakımından önem taşır.

Hiciri XI. (XVII.) yüzyılda Hindistan’da bir heyet tarafından telif edilen el-Fetava’l-Hindiyye ve XIII. (XIX.) yüzyılda İbn abidin tarafından kaleme alınan Reddü’l-muhtar adlı haşiye, Hanefi mezhebi içinde dönemlerine kadar gelen farklı görüşleri toplamaya ve onları mezhebin muteber literatürünü ve genel kabul gören çizgisini esas alarak değerlendirme ve tasnife tabi tutmaya ağırlık veren, kısmen de yeni meselelere bu üslûp içinde çözüm getirmeye çalışan başarılı çalışmalar olup klasik tarzın son önemli örneklerini teşkil ederler.

İlk dönem Hanefi fakihlerinden itibaren temizlik ve ibadetlerden miras hukukuna (feraiz) kadar fıkhın bütün alanlarını kapsayan hacimli veya muhtasar fakat sistematik eserlerin yanı sıra yargılama hukuku (edebü’l-kādi), şürût ve sicillat, vakıf, feraiz, siyer, haraç gibi çoğu fıkhın uygulama ile yakından ilgili alanlarında müstakil eserlerin telif edilmiş olmasının da Hanefi fıkıh doktrininin gelişmesine katkısı büyüktür. Bu tür eserler, hem hukukun belirli alanlarında tarih içinde ortaya çıkan uygulama örneklerini hem de konu etrafında oluşan ayrıntılı doktrinel görüş ve tartışmaları vermesi itibariyle önemlidir. Örneklerine genelde ilk dönemlerde rastlanılan nevazil ve vakıat türü eserlerle daha çok orta ve ileri dönemlerde bolca derlenen veya telif edilen fetva kitapları, fıkhimeselelere farklı bölge fakihlerince getirilen farklı yorum ve çözüm örneklerini içermesi ve Hanefi fıkhının mezhep içi zenginliğini göstermesi itibariyle dikkat çeker.

Son 100-150 yıl içinde İslam dünyasındaki kanunlaştırma örnek ve önerileri, mesela Osmanlı Devleti’nin himayesinde hazırlanan Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye, Mısır’da Kadri Paşa’nın hazırladığı Mürşidü’l-hayran adlı çalışma veya çeşitli İslam ülkelerinde özellikle şahıs, aile, miras, vakıf gibi özel hukuk alanlarında yapılan kanunlaştırmalar veya bu yöndeki hazırlıklar, Hanefi fıkıh doktrininin çağımız pozitif hukukuna yansımasını göstermesi açısından önemlidir. Ancak modern dönemde hem İslam hukuku çerçevesinde yapılmaya çalışılan kanunlaştırma denemelerinde hem de İslam hukukuyla ilgili araştırma ve yayınlarında konular fıkıh mezhepleri arasında, hatta Batı hukuku da göz önünde bulundurularak telifçi ve mukayeseli bir metotla ele alındığından, günümüzde Hanefi hukuk doktrini, ilk dönemlerden itibaren müslüman toplumlarda hukukidüşüncenin gelişim seyrini, bu arada fıkhın çeşitli alanlarında din-hukuk ilişkisinin mahiyetini ve sınırlarını tanımada vazgeçilmez bir unsur ve zenginlik olarak önemini korumakta ve ibadetler alanında daha sınırlı kalınması kaydıyla günümüz İslam hukuk doktrini için zengin bir malzeme sunmaktadır.



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi