Hanefi Mezhebi 'nde Usul - Füru İlişkisi

Hanefi Mezhebi 'nde Usul - Füru İlişkisi
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Hanefi Mezhebi Usulü Yorumlar : 0 Okunma : 2550 Beğen : 0

Fıkıh usulü tarihinden söz eden çağdaş müellifler, fıkıh usulünün özellikle ilk dönemlerde kelamcılar metodu ve fakihler metodu şeklinde iki metotla tedvin edildiğini belirtirler. Buna göre genelde Şafii ve kısmen de Maliki fakihlerinin takip ettiği kelamcılar metodunda usul kuralları, mezhepte yerleşik fıkhi görüş ve çözüm örneklerinden bağımsız olarak mevcut deliller ve hukuki-mantıki muhakeme ışığında tedvin edilmiş, usul kuralları bir bakıma fürua hakim olup ona yön vermiştir. Fukaha veya Hanefiyye metodu denilen ikinci usulün özelliği ise mezhep imamlarının ictihad ederken takip ettiğine kanaat getirilen usul kurallarının tesbit edilmesi, mezhepte mevcut fıkhi görüş ve çözümlere uygun bir usulün geliştirilmesi şeklinde özetlenebilir. Bunun sebebi olarak ilk Hanefi imamlarından derli toplu bir usul kuralları koleksiyonu yerine sadece çok sayıda ve çeşitli fıkhi meselelere ait çözümlerle bunlar arasına serpiştirilmiş bazı usul kurallarının bırakılmış olması gösterilir. Bu durumda sonraki dönem Hanefi fakihleri bu çözüm örneklerini dikkatlice inceleyip benzer olaylara getirilen çözümler arasındaki ortak bağı ve mezhep imamının bu ameliye esnasında esas aldığı ilke ve metodu bulmaya çalışmışlardır. Böylece hem mezhebin ilk müctehidlerinden nakledilen görüşleri birbiriyle irtibatlandırma, destekleme ve savunma, hem de aynı ilke ve metodu işleterek yeni meselelere çözüm üretme, mezhep doktrininin canlılık ve bütünlüğünü sağlama imkanı elde etmişlerdir. Bu metot, mezhep imamlarından nakledilen görüşleri bir temele dayandırıp delillendirme, bu çizgide bir usul kuralı üretme ve kural dışı kalan çözümleri açıklayan yeni kurallar geliştirme şeklinde bir faaliyeti bünyesinde barındırır. Bu sebeple Hanefi mezhebinde füru, hem kronolojik olarak hem de usulü belirleyici olması yönüyle kayda değer bir öncelik ve ağırlık taşır. Hanefi fakihlerinin zaman zaman usul ile füru eserleri arasında çelişki görüldüğünde füru eserlerinin esas alınması gerektiğini söylemeleri bu anlamdadır. Öte yandan Hanefi fıkhında füruun bu anlamda bir önceliğe sahip bulunmasının, bazı olumsuz sonuçları da bulunmakla birlikte Hanefi fıkhına, özellikle ilk dönemde toplumun gidişatını ve değişen şartları yakından izleyip her olayı katı bir kuralcılıkla değil kendi şart ve mantığı içinde çözme şeklinde bir esneklik kazandırdığı, fakat bunun ileriki dönemlerde fürua dayanarak hüküm çıkarma (tahric) ve bunu yapamayanların (mukallitler) füruu nakletme faaliyetleri sebebiyle katı kuralcılığa dönüştüğü göz ardı edilmemelidir.

İki grup arasında bir metot karşılaştırması yapmak gerekirse, çok genel ve katı bir kural olmamakla birlikte, Hanefiler’in fer‘i ve münferit çözümlerden hareketle asla ve asıllara, kelamcıların ise belirlenmiş asıllardan fer‘i çözümlere yöneldiği, birinci ekolde re’yin, genel hukuk mantığı ve kavrayışının, ikinci ekolde ise lafızlardan hüküm istinbatının öncelik taşıdığı söylenebilir. Ne var ki Hanefiler’in sonraki dönemlerinde füru usulün yerine geçip usul dinamizmini yitirmiş, naslar asli kaynak, önceki ictihadlardan faydalanma tali kaynak olması gerekirken durum tersine dönmüş, sonraki asırlarda ictihad değil tahric, yani mezhepte mevcut hükümlerden elde edilen kural ve varsayımların yeni olaylara tatbiki ameliyesi geliştirilmiştir.

Hanefi mezhebinde usul-füru (Usûl, îmân bilgileri; fürû; fıkıh bilgileri) ilişkisiyle ilgili olarak hemen hemen bütün çağdaş usul müelliflerince ifade edilen bu tesbitler, ilk dönem Hanefi fakihlerinin ve mezhep imamlarının fıkhi meseleleri herhangi bir usule bağlı olmaksızın çözümledikleri, sonraki fakihlerin ise bunlara uygun kurallar ürettikleri şeklinde bir yanlış anlamaya veya füruun usule mutlak önceliği şeklinde katı bir iddiaya yol açmamalıdır. Çünkü bu hem diğer mezhepler hem de Hanefiler hakkında doğru olmaz. Başta Ebu Hanife olmak üzere ilk nesil Hanefi müctehidleri naslardan hüküm çıkarırken ve fıkhi meselelere çözüm ararken bazı temel tercihlerde bulunmuşlar, birtakım ilke ve metotlara bağlı kalmışlar, birçok konuda ürettikleri çözümler ve getirdikleri yorumlar arasındaki bütünlük ve tutarlılığı da ancak böyle bir metodoloji ile koruyabilmişlerdir. Esasen Hz. Peygamber devrinden itibaren bütün müctehidlerin çözümleyecekleri hukuki olaylarda bir delile dayanma titizliği gösterdikleri, delillerden hüküm çıkarırken ve meselelere çözüm üretirken birtakım prensiplere bağlı kaldıkları, bazı ilke ve amaçlara öncelik verdikleri açıktır. Fakat Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in eserleri de dahil ilk tedvin edilen fıkıh kitaplarında müctehidlere ait hüküm ve fetvalar aktarılırken hangi usulün takip edilip ne gibi ilkelerin esas alındığına ve o konuda mevcut nasların nasıl değerlendirildiğine hemen hemen hiç yer verilmeyip sadece hangi meselede hangi müctehidin ne görüşte olduğu ve varsa delil aldığı ayet ve hadisin zikredilmesiyle yetinilir. Literatürde sahabe, tabiin ve tebeu’t-tabiin nesli fakihlerinin fetvalarının da aynı şekilde nakledildiği görülür. Bunun belki de en başta gelen sebebi, fıkhın ilk dönemlerden itibaren toplumda gündeme gelen çeşitli münferit meselelere getirilen çözümler şeklinde gelişmesi, gündeme getirenler için çözümde takip edilen yol ve usulün değil sonucun önem taşımasıdır. Belli fıkıh ekollerinin alimler ve avam nezdinde itibar görüp mezhep fıkhının tedvinine ve düzenli şekilde öğretimine başlanması, çözümlerin mezhep fıkhı içinde veya o çizgide aranması geleneğinin başlaması ve mezhepler arası ilmi münazaralar gibi gelişmeler o zamana kadar biriken zengin fıkıh kültürünü metodolojik olarak tanımlama, temellendirme ve benzer meselelere getirilen çözümler arasındaki ortak bağı bularak mezhep fıkhında hakim olan usul ve ilkeleri belirleme ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Her ne kadar İmam Şafii’nin er-Risale adlı usul kitabını telif etmiş olması,dunyadinler.com Şafii ekolünde önce usulün vazedilip bu zeminde bir füru-i fıkhın geliştirildiği gibi bir intiba vermekteyse de Hanefi fıkhında usul-füru ilişkisini tanımlayan bu süreç diğer fıkıh mezhepleri için de büyük ölçüde doğrudur.

Normatif ilimlerin çerçevesine giren konularda kuralların teorisi uygulanmasından sonra geldiği için ilk dönemlerde uygulamanın ve pratik çözümlerin teorik ifadesinin bulunmaması tabiidir. Usulcüler diye adlandırılan teorisyenler bu çalışmalarında doktrin sahibi müctehidlerin vardıkları hukuki çözümleri ve varsa kendi metotlarıyla ilgili açıklamalarını esas alarak ilk dönem mezhep doktrinine ve kendi dönemlerine kadar bu çerçevede oluşan fıkıh kültürüne ortak bir açıklama getirebilecek birtakım usul kuralları, ilke ve metotlar belirlemeye çalışmışlardır (Dönmez, s. 4-5).

Her ne kadar ilk Hanefi imamlarının, mesela Ebu Hanife veya Ebu Yusuf’un usul kitabından söz edilmekteyse de günümüze kadar ulaşan eserler dikkate alındığında Hanefi fıkhında tedvinin füru alanında başladığı ve bir süre böyle devam ettiği, ancak IV. (X.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren usulün tedvinine başlandığı görülür. Kerhi’nin Risale’si fıkıh usulünden çok Hanefi fıkhında hakim olan bazı genel prensipleri örneklendirmeye veya benzeri birkaç çözümden hareketle bazı prensipler belirlemeye yönelik bir çaba olarak görülebileceğinden, fukaha (Hanefi) metodunun günümüze ulaşan ilk örneği Ebu Bekir el-Cessas’ın (ö. 370/981 dunyadinleri.com) el-Fuśul’ü, ikincisi Debusi’nin (ö. 430/1039) Taķvimü’l-edille’si olmakta, onları da yine V. (XI.) yüzyıl müelliflerinden Pezdevi ve Serahsi’nin usulleri takip etmektedir. Hepsi de oldukça hacimli, sistematik ve gelişmiş bulunan bu eserlerin bu alanda belirli bir ilmi gelenek ve arka plan, hatta önceki dönemlere ait örnekler olmadan ilk imamlardan 250-300 yıl sonra tedvin edildiğini söylemek pek doğru olmaz. Yukarıdaki açıklamaların da ışığında ilk müctehidlerden itibaren Hanefi fıkhında belli bir usul, tarz ve anlayışın hakim olduğu, bazı ilke ve önceliklerin üzerinde zımni mutabakat sağlandığı, bunların daha çok şifahi yolla ve hoca-talebe ilişkisi içinde bir mezhep geleneği olarak sonraki nesillere aktarıldığı, mezhep füruunun da müteakip dönemlerde bu zemin ve çerçevede geliştiği anlaşılmaktadır. Bugün elde mevcut olan IV-V. (X-XI.) yüzyıllara ait Hanefi usul literatürü bir yönüyle bu geleneğin tedvinini, bir yönüyle de o döneme kadarki Hanefi fakihlerinin mezhepte genel kabul görmüş çözüm ve fetvaları temellendirme, belli kurallarla açıklama, savunma ve hangi nastan nasıl bir usulle istinbat edilmiş olabileceğini tesbit etmeye çalışma gayretleri olarak görülmelidir. Literatürde yer yer görülen icma iddialarının, rücu kayıtlarının, ileriki dönemlerde mezhepte yaygınlık kazanan tahric usulünün de bir yönüyle usul-füru uyumunu sağlamayı ve doktrinin geleneksel çizgisini ve bütünlüğünü korumayı hedeflediği söylenebilir.



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi

Dünya Dinleri