Hasan Sabbah

Hasan Sabbah
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Diğer Din Adamları Yorumlar : 0 Okunma : 5103 Beğen : 0

El-Hasen b. Ali b. Muhammed b. Cafer b. el-Hüseyn b. Muhammed b. es-Sabbah el-Himyeri er-Razi (ö. 518/1124)

İran’da Nizari-İsmaili Devleti’nin kurucusu (1090-1124).

438 (1046-47) veya 445 (1053-54) yılında İran’da İmamiyye Şiası’nın önemli merkezlerinden biri olan Kum şehrinde doğduğu rivayet edilir. Kendisi, hayatını anlattığı ve adamlarının Sergüzeşt-i Seyyidina adını verdikleri eserinde aslen Güney Yemen’de hüküm süren Himyeri krallarının soyuna mensup olduğunu, babasının Yemen’den Kufe’ye göç ettiğini, oradan da Kum’a ve nihayet Rey şehrine geldiğini ve kendisinin de burada doğduğunu yazmaktadır (Cüveyni, III, 113). Ancak Mirhand, Nizamülmülk’e dayanarak Tuslular’ın onun Himyeri asıllı olduğu iddiasını reddettiklerini ve atalarının Tus’a bağlı bir köyde oturduğunu söylediklerini (İA, V/1, s. 311), İbnü’l-Esir de Reyli (Razi) olduğunu belirtmektedir (el-Kamil, X, 527).

Alim kişiliğiyle tanınan babası Ali b. Muhammed İmamiyye Şiası’nın önde gelen simalarından biriydi. Oğlunun eğitimiyle yakından ilgilendi; özellikle felsefi ilimler, kelam, mantık, fıkıh ve riyaziyyat sahasında köklü bilgi kazanmasını sağladı. Hasan Sabbah’ın Selçuklu Veziri Nizamülmülk ile Ömer Hayyam’ın arkadaşı olduğu ve birlikte Muvaffak-Lidinillah en-Nisaburi’nin derslerine devam ettikleri, aralarından kim daha önce ikbal ve servete ulaşırsa onun diğerlerine yardım edeceğine dair yeminleştikleri, Nizamülmülk’ün vezir olunca Hasan Sabbah’a valilik teklif ettiği, ancak onun merkezden uzaklaşmamak için sarayda bir görev istediği, bu isteği kabul edilince Nizamülmülk’ün görevine göz diktiği, bunu farkeden Nizamülmülk’ün onu Sultan Melikşah’ın gözünden düşürüp saraydan uzaklaştırdığı ve Hasan Sabbah’ın da Mısır’a kaçtığı rivayet edilmektedir. Bu hikaye, Reşidüddin Fazlullah-ı Hemedani tarafından da kabul edilmekle beraber 408’de (1017-18) doğan Nizamülmülk’ün 438 veya 445’te doğan Hasan Sabbah ile birlikte aynı hocanın öğrencisi olması uzak bir ihtimaldir.

Henüz yedi yaşında iken ilme istidadı görülen Hasan Sabbah özellikle din alimi olmak istiyordu. Bunun için III. (IX.) yüzyıldan itibaren dailerin önemli faaliyet merkezi haline gelen Rey şehrine yerleşerek tahsiline burada devam etti ve on yedi yaşına kadar ailesinin mensup olduğu İmamiyye Şiası’na bağlı kaldı. Bir gün Emire Zarrab adlı bir Fatımi daisiyle karşılaştı ve onun konuşmalarından etkilenerek İsmailiyye mezhebine intisap etti. 464’te (1072) Rey’e gelen Irak bölgesi başdaisi İbn Attaş, Hasan Sabbah’ın kabiliyetli bir kimse olduğunu anladı ve ona Fatımi Halifesi Müstansır-Billah’ın yanına gitmesini, Darülhikme’de İsmaili mezhebi hakkında bilgi edinmesini ve esrar-ı ilahiyyeyi öğrenmesini tavsiye etti. Hasan Sabbah, bu tavsiyeye uyarak 464 (1072) veya 467’de (1075) İsfahan yöresinde İbn Attaş’ın vekili sıfatıyla iki yıl davette bulunduktan sonra Azerbaycan, Meyyafarıkīn, Musul, Sincar, Rahbe, Dımaşk, Sayda ve Sur üzerinden Akka’ya varıp deniz yoluyla Mısır’a geçti. 471’de (1078) Kahire’ye ulaştı ve başdai Ebu Davud tarafından karşılandı. Halife Müstansır-Billah ile görüştü (İbnü’l-Esir, IX, 448; X, 237) ve yakın ilgisine mazhar oldu (bazı rivayetlerde onun halife ile görüşmediği ifade edilir; Cüveyni, III, 114). Müstansır-Billah onu hüccet (vekil) seçti ve ileride Horasan’da kendisi adına davette bulunmasını istedi.

Hasan Sabbah, Müstansır-Billah’tan sonra hilafet makamına veliaht tayin ettiği Nizar’ın, vezir ve başkumandan Bedr el-Cemali ise küçük oğlu Ahmed el-Müstali’nin geçmesini istiyordu. Bedr el-Cemali, bu konuda kendisine muhalefet eden Hasan Sabbah’ı önce hapse attı, sonra da ülkeden sürdü. Başka bir rivayete göre ise Hasan bir yolunu bulup hapishaneden kaçtı, İskenderiye’den bindiği bir gemiyle Mısır’ı terketti ve 10 Haziran 1081’de İsfahan’a ulaştı. Dokuz yıl boyunca bütün İran’ı dolaşarak Batıniliğin propagandasını yaptı. Kirman, Yezd ve Huzistan’dan sonra dikkatini İran’ın kuzeyine Hazar denizi sahillerine, Gilan, Mazenderan ve Deylem’in dağlık bölgelerine çevirdi. Burada başına buyruk yaşayan savaşçı bir kavim oturuyordu; İran’ın eski hükümdarları bu insanları hiçbir zaman itaat altına alamamışlardı. Hasan Sabbah, üç yıl süreyle çalışarak en büyük gayretini Şii-İsmaili propagandasından çok etkilenen bu bölgede harcadı ve dağlardaki muharipleri kendi saflarına çekerken gönderdiği dailerle yöre halkını da kazandı. Bu sıralarda faaliyetlerini dikkatle izleyen Selçuklu Veziri Nizamülmülk Rey’deki görevlilere onu yakalamaları için emir verdi; fakat Hasan buradan kaçıp Kazvin’e gitmeyi başardı. Sonunda Rudbar vadisinde kendisine karargah seçtiği ve “beldetü’l-ikbal” dediği müstahkem Alamut Kalesi’ne yerleşerek Nizari-İsmaili Devleti’ni kurdu (6 Receb 483/4 Eylül 1090). Yaptırdığı yeni tahkimat ve yiyeceklerin uzun süre bozulmadan saklanabileceği depolarla kaleyi kuşatmalara dayanıklı, ele geçirilemez bir hale getirdi. Böylece askeri karargah ve idari merkez olarak kullandığı Alamut’tan düzenlediği operasyonları idare etmeye başladı.

Müstansır’ın ölümü üzerine yerine Efdal b. Bedr el-Cemali ve diğer devlet adamlarının desteklediği Müstali-Billah geçti (487/1094). O güne kadar Müstansır’ın adına davette bulunan Hasan Sabbah bu haberi duyunca isyan edip şeran imam olan Nizar’ı destekledi ve onun adına hutbe okuttu; hatta “fidai” denilen müridlerinden birkaçını Nizar’ı veya çocuklarından birini Alamut’a getirmek üzere Mısır’a gönderdi. İsmaililer, Müstansır-Billah’ın ölümünden sonra Nizariyye ve Müstaliyye olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Hasan Sabbah, doğuda Nizari-İsmaililer’in (el-İsmailiyyetü’l-cedide) lideri olarak Alamut’taki karargahından faaliyetlerini yürüttü ve Fatımiler’le ilişkilerini tamamen kesti. Şehristani’nin “ed-davetü’l-cedide” adını verdiği (el-Milel, I, 192) Nizari akidesini Fatımiler’in akidesinden, yani “ed-davetü’l-kadime”den ayıran belirgin özellik, fırka düşmanlarının sadık fidailer tarafından öldürülmesi usulünün dini bir vazife ve bir prensip olarak kabul edilmesidir. Ayrıca Hasan Sabbah eğitim ve öğretimi yasaklamış ve müridlerini cahil bırakmıştır. Ona göre Allah akıl ve düşünceyle değil imamın rehberliğiyle tanınabilir; zira akıl Allah’ı tanımak için yeterli olsaydı herkes aynı fikre sahip olurdu. Halbuki akıl din için yeterli değildir ve bundan dolayı insanların her devirde dini bir imam-ı masumun nezaretinde öğrenmeleri gerekir. Etrafındaki insanlar, Hasan Sabbah’ın bu düşüncelerinde derin hikmetler gizli olduğuna inanıp peşinden gittiler. Ona kalpten inanan dailer telkinde bulunurken davetlerini rastgele ve açıkça değil duruma göre yapıyor, önce alışılmış olan telakkilerle işe başlıyorlardı. Bundan dolayı Şehristani, “Batıniler’in her zamanda başka bir şekilde davetleri ve her lisan ile yeni bir itikad ve mezhepleri vardır” der (a.g.e., I, 192). Batınilik Hasan Sabbah ile yeni bir hüviyet kazandı ve masum imam adına davette bulunan dailerin yerini, devamlı haşiş (esrar) kullanmaya alıştırıldıkları için “haşşaş” (çoğulu haşşaşun/haşşaşin) veya “haşişi” (çoğulu haşişiyye, haşişiyyun) denilen eli hançerli caniler aldı (haşşaşin kelimesi Batı dillerine “assassin” şeklinde ve “suikastçi, gizli katil” anlamıyla geçmiştir). Hasan Sabbah adamlarına cennet vaad ediyor ve kendilerini bekleyen mutluluğu dünyada iken tatmaları için esrar içiriyordu; böylece onları her türlü emrini yerine getirmeye hazır hale getirmişti.

Nizari-İsmaililer’in gayesi dini olmaktan çok siyasi idi ve kendi görüşlerini halka zorla benimseterek mevcut sosyal ve siyasal düzeni çökertmeyi hedefliyordu. Bu gayelerine ulaşmak için kurdukları teşkilat ve eğittikleri fidailerden yararlanarak birçok din ve devlet adamını kendilerine has metotlarla ortadan kaldırdılar. Bazı insanları da propaganda veya tehditle kendi mezheplerine çektiler. Hasan Sabbah adamlarını dini ve siyasi unsurlarla motive ettiği için kurduğu teşkilat dinamik ve uzun ömürlü olmuştur.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, İslam dünyası için ciddi bir tehlike oluşturan Hasan Sabbah ve adamlarıyla mücadeleyi bir devlet politikası haline getirdi. Bir yandan Nizamiye medreseleriyle Sünniliği takviye ederek onlarla ilmi sahada mücadele verirken öte yandan Alamut ve Rudbar bölgesindeki komutanlarından Yoruntaş’a Hasan Sabbah ve adamlarını şiddetle tenkil etmesi için emir verdi. Yoruntaş’ın Alamut’u kuşattığı bir sırada ölmesi (484/1091) harekatın sonuçsuz kalmasına sebep oldu. Ancak Batıniler’le mücadeleyi sürdürmek kararında olan Sultan Melikşah, Emir Arslantaş ile Emir Koltaş’ı büyük bir orduyla Hasan Sabbah ve başdai Hüseyin Kaini üzerine sevketti. Amir Kızıl Sarığ’ı da Arslantaş’a yardım etmek üzere Alamut’a gönderdi. Fakat önce Vezir Nizamülmülk’ün Ebu Tahir Arrani adında bir fidai tarafından öldürülmesi, arkasından Sultan Melikşah’ın henüz otuz sekiz yaşında iken şüpheli bir biçimde ölümü (485/1092) harekatın başarıya ulaşmasını engelledi. Bazı eserlerde Sultan Melikşah ile Hasan Sabbah arasında mektup teatisinden bahsedilmektedir. Buna göre Sultan Melikşah, Hasan Sabbah’ı yeni bir din icat etmekle ve bazı cahilleri aldatmakla suçluyor ve eğer hatasında ısrar ederse kalelerini yerle bir edeceğini ifade ediyordu. Hasan Sabbah ise verdiği cevapta müslüman olduğunu, Abbasiler’in hilafeti gasbettiğini, hilafetin gerçek sahibinin Fatımiler olduğunu söylüyor, sultanı Nizamülmülk’ün entrikalarına karşı uyarıyor ve Selçuklu Devleti’ni tehdit ediyordu. Ancak İbrahim Kafesoğlu, böyle bir mektuplaşmanın olmadığını ve bunun daha sonraki dönemde propaganda amacıyla uydurulduğunu söylemektedir (Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s. 134-135).

Batıniler, Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra hanedan mensupları arasında başlayan taht kavgaları ve Haçlılar’ın bazı müslüman topraklarını işgal etmeleriyle oluşan ortamdan faydalanarak nüfuz sahalarını genişletip faaliyet ve cinayetlerini arttırdılar. 1096 veya 1102’de Lemeser’in bir baskınla ele geçirilmesi Hasan Sabbah için önemli bir başarı oldu ve bu sayede Rudbar’daki hakimiyetini daha da pekiştirdi. Aynı tarihlerde Girdkuh, Şahdiz ve Halincan kalelerini de zaptetmeleri Batıniler’in stratejik konumunu büyük ölçüde kuvvetlendirdi. Böylece Hasan Sabbah bir yandan önemli yeni mevziler kazanırken bir yandan da Ehl-i sünnet’in ve Selçuklu Devleti’nin başlıca merkezlerini propaganda ile baskı altında tutuyordu. Bu karışık ortamdan faydalanarak hemen her gün beş on müslümanı öldüren fidailer, Batıniler’e düşman birini vezir tayin ettiği için Sultan Berkyaruk’a da saldırıp yaraladılar. Daha sonra Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki mücadele sırasında Berkyaruk’un ordusuna sızarak ordu içinde nüfuzlarını arttırmaya başladılar. Hasan Sabbah’ın siyasi, dini ve askeri şahsiyetleri öldürtmesi bir terör havası oluşturdu; ona muhalif emir ve kumandanlar elbiselerinin altına zırh giymeden evlerinden dışarı çıkamaz oldular. Hasan Sabbah’ın faaliyetlerine ve tertip ettiği cinayetlere şahit olan Enuşirvan b. Halid, o devirde müslümanların içinde bulunduğu durumu tam bir felaket şeklinde nitelendirir ve yollarda emniyetin kalmadığını, fidailerin hiç çekinmeden cinayet işlediklerini, sultanların onlara karşı bir çare bulamadığını, halkın sürekli korku içinde yaşadığını ve Sultan Berkyaruk’un Batıniler’i ortadan kaldırmaya karar verdiğini görenlerin kendi düşmanlarını Batınilik’le itham edip haksız yere adam öldürülmesine sebep olduklarını söyler (Bündari, s. 67-68).

Hasan Sabbah’ın fidailerinin estirdiği bu terör havasından endişeye kapılan devlet adamları, Sultan Berkyaruk’u uyararak vakit geçirmeden tedbir alınmadığı takdirde telafi edilemeyecek zararlara uğrayacaklarını söylediler. Bunun üzerine Sultan Berkyaruk Şaban 494’te (Haziran 1101) Batıniler’e karşı harekete geçti ve 300 kişiyi öldüttü. Halife Müstazhir-Billah’a da haber gönderip Bağdat’ta Batıni oldukları bilinenlerin yakalanmasını istedi. Aynı yıl Emir Bozkuş’un sevk ve idaresindeki büyük bir ordu Kuhistan üzerine gönderildi; ancak Batıniler Emir Bozkuş’u rüşvet karşılığında muhasaradan vazgeçirdiler. Emir Çavlı da bu yıl içinde Fars ve Huzistan’daki Batıniler’e karşı bir sefer düzenledi ve 300 kişiyi öldürtüp mallarına el koydu. Emir Bozkuş 497’de (1104), Horasan askerleriyle gönüllülerden oluşan bir ordu ile Tabes Kalesi’ne saldırdı; kale ve civarındaki köyler tahrip edilerek Batıniler’in bir kısmı öldürüldü,bir kısmı da esir alındı. Hasan Sabbah’ın fidaileri, Berkyaruk’tan sonra tahta geçen Sultan Muhammed Tapar devrinde de cinayetlerini sürdürdüler.

Hasan Sabbah’la uğraşmayı kafirler üzerine yapılacak gazadan daha üstün tutan Muhammed Tapar onunla ciddi bir şekilde mücadele etmek üzere harekete geçti. Sultan ilk seferini Şahdiz Kalesi üzerine düzenledi ve burayı kısa bir kuşatmadan sonra zaptetti; kale hakimi Ahmed b. Abdülmelik b. Attaş öldürüldü. Bu zafer müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılandı ve her tarafa fetihnameler gönderildi. Sultan 503 (1109) yılında veziri Ahmed b. Nizamülmülk’ü büyük bir ordu ile Alamut’a sevketti, ancak kış yüzünden sonuç alınamadı. 505’te (1111) Emir Anuştegin Şirgir Batıniler’e ait Bire Kalesi’ni ele geçirdi. Muhammed Tapar, ayrıca Halep Meliki Alparslan el-Ahras ile Reisülahdas Said b. Bediden şehirdeki Batıniler’in öldürülmelerini istedi. Bunun üzerine Ebu Tahir es-Saiğ, İsmail ed-Dai ve Hakim el-Müneccim’in kardeşi gibi Hasan Sabbah’ın Suriye’deki vekilleriyle çok sayıda Batıni öldürüldü (507/1113). Muhammed Tapar Alamut’u ve Hasan Sabbah’ı ele geçirmek üzere yine Emir Anuştegin Şirgir’i görevlendirerek Karaca, Gündoğdu, İlkavşut ve Bozan gibi birçok kumandanı onun emrine verdi. 11 Rebiülevvel 511’de (13 Temmuz 1117) başlayan Alamut kuşatması Zilhicce ayına (Nisan 1118) kadar sürdü. Hasan Sabbah ve adamları açlıktan perişan bir duruma düşmüşlerdi. Kale alınarak fitne fesat yuvası temizlenmek üzere iken Sultan Muhammed Tapar’ın ölüm haberi geldi ve askerler kuşatmayı kaldırıp İsfahan’a döndüler. Muhammed Tapar’ın yerine geçen Sencer, Horasan meliki olduğu sırada Batıniler’e karşı yürüttüğü mücadeleyi devam ettirmek istedi. Ancak Hasan Sabbah onun hizmetindeki bir cariyeyi kandırarak bir gece yatağının başucuna bir hançer saplattı ve onu öldürtebileceğine dair haber gönderdi. Böylece gözü korkutulan Sultan Sencer Hasan Sabbah ve Batıniler’le uğraşmadı ve onlara belli şartlarda eman verdi. Ata Melik Cüveyni, Alamut’un Moğollar tarafından zaptı (1256) sırasında kütüphanede Sencer’in birkaç fermanını gördüğünü ve bu fermanlarda sultanın onları dostluk ve barışa çağırdığını, kendileriyle iyi geçinmek istediğini söyler.

Parlak bir zekaya, teşkilatçılık vasıflarına sahip, basiretli, kabiliyetli, cebir, geometri, astronomi, sihir ve dini ilimlere vakıf bir kişi olan ve düzenli örgütüyle, etrafa dehşet saçan fidaileriyle insanların düşünce ve inanç dünyasına hakim olmak isteyen Hasan Sabbah 6 Rebiülahir 518 (23 Mayıs 1124) tarihinde, aralıksız otuz beş yıl faaliyet gösterdiği Alamut Kalesi’nde öldü. İsmaili kaynakları onu çilekeş, kanaatkar, ciddi bir insan olarak tanıtır ve oğullarından birini şarap içtiği, diğerini de Hüseyin Kaini cinayetinden sorumlu tuttuğu için öldürttüğünü kaydeder. Tarihçi Bernard Lewis Hasan Sabbah’ın hüccet (imamın temsilcisi) ve dai olduğunu, asla imamlık iddiasında bulunmadığını söyler. Hasan Sabbah’a göre otoritenin temel kaynağı Allah tarafından tayin edilen imam-ı masumdur; şeriat ve ilahiyat ancak hakikatin temsilcisi olan imamın talimiyle öğrenilebilir. Sadakat ve itaati esas alan bu öğreti Hasan Sabbah’ın elinde güçlü bir silaha dönüştü ve mevcut düzen için siyasi, içtimai ve dini bakımdan büyük bir tehlike haline geldi. Onun çağdaşı olan Gazzali, Batıniliğin bu görüşlerini reddetmek amacıyla Feđaihu’l-Batıniyye adlı bir eser yazmıştır (nşr. Abdurrahman Bedevi, Kahire 1383/1964; T trc. Avni İlhan, Batıniliğin İç Yüzü, Ankara 1993). Daha sonra Gazzali eserin, bilginin kaynağını masum imamın oluşturduğu ve elde edilmesinin onun talimine bağlı olduğu yolundaki Batıni iddialarını çürüten altıncı babını kavasımü’l-Batıniyye adıyla yeniden kaleme almıştır (bu risale Ahmet Ateş tarafından Türkçe tercümesiyle birlikte neşredilmiştir; AÜİFD, III/2 [1954], s. 33-57). Hasan Sabbah taraftarlarının belirsiz arzularını, bozuk inançlarını, gayri memnunların hedefsiz öfkelerini düzene koyup bunları daha önce benzeri görülmemiş derecede disiplinli ve planlı bir teşkilat içerisinde yönlendirmeyi başardı. Ancak kendi adına nisbetle Sabbahiyye de denilen bu teşkilat kurulu düzeni değiştirme hedefine ulaşamadı (bk.dunyadinleri.com). Hasan Sabbah aynı zamanda bir mütefekkir ve yazardı. Eserleri Alamut’un Moğollar tarafından zaptı sırasında büyük ölçüde tahribata maruz kalmıştır.

Eserleri.

1. Sergüzeşt-i Seyyidina. Hasan Sabbah’ın otobiyografisidir. Bugün yazma nüshası Tahran Merkez Kütüphanesi’nde (nr. F 2835) ve mikrofilmi Veziri Koleksiyonu’nda (Mic. cat. 735) bulunan kitabı, Ata Melik Cüveyni Alamut Kalesi’nin düştüğü gün ele geçirmiş ve bazı bölümlerini Tarih-i Cihangüşa’ya almıştır. Aynı şekilde Reşidüddin Fazlullah-ı Hemedani de eseri inceleme imkanını bulmuş ve Hasan Sabbah’ın hayatını yazarken ondan büyük ölçüde istifade etmiştir.

2. el-Fusulü’l-erbaa. Aslı Farsça olan bu eserin küçük bir bölümü günümüze ulaşmış ve Şehristani tarafından Arapça’ya (el-Milel, I, 195-196), Hodgson tarafından da İngilizce’ye (The Order of the Assassins, s. 325-328) çevrilmiştir.

3. Cevab-ı Hasan Sabbah be-Rika-i Sultan Celaleddin Melikşah-ı Selcuki. Hasan Sabbah’ın Sultan Melikşah’a yazdığı söylenen cevabi mektuptur. Sultan Melikşah ile Hasan Sabbah’a izafe edilen mektuplarla Nizamülmülk’ün Melikşah’a sunduğu ariza ve sultanın ona cevabı, Nasrullah Felsefi tarafından Mehdi Beyani ve Müeyyed Sabiti koleksiyonları karşılaştırılarak “Çehar Name-i Tarihi” adıyla yayımlanmış (Çend Makāle-i Tarihi vü Edebi, s. 405-433) ve “Erbaa resail tarihiyye” adıyla Arapça’ya çevrilmiştir (ed-Dirasatü’l-edebiyye, VII/3-4 [Beyrut 1965], s. 270-302).

4. Münacat. Yazma nüshası Duşanbe Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 225). Ayrıca onun Fusul-i Mübareke adlı bir eserinden daha bahsedilir (Ismail K. Poonawala, s. 254).



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi

İlgili Sayfalar

Yorum Yaz


Yazdığınız yorumların genel ahlak kurallarına uygun olmasına özen gösteriniz. Ayrıca yazdığınız yorumlarda isminiz e postanız eksik yanlış olmamalıdır aski halde yorumlarınız onaylanmaz dikkate alınmaz cevap verilmez.

Biyografiler