Maliki Mezhebinin Kuzey Afrika ve Endülüs 'te Yayılışı

Maliki Mezhebinin Kuzey Afrika ve Endülüs 'te Yayılışı
Yazan : @Dünya Dinleri Tarih : Kategori : Maliki Mezhebi'nin Yayılışı Yorumlar : 0 Okunma : 3461 Beğen : 0

Kuzey Afrika ve Endülüs, Maliki mezhebiyle özdeşleşmiş iki bölge olarak kabul edilmekle beraber mezhebin bu bölgelerdeki yayılışı ve tatbiki asırlar boyunca birçok problemle karşılaşmıştır. Maliki mezhebinin Kuzey Afrika ve Endülüs’te yayılışının sebeplerine dair gerek tarihte gerekse günümüzde birçok teori öne sürülmüş ve özellikle İbn Haldun’un getirdiği açıklama tartışmaların merkezini teşkil etmiştir. İbn Haldun’a göre Malikiliğin söz konusu coğrafyalarda yayılmasının iki temel sebebi vardır: Hac yolu ve bedevilik. Buna göre Kuzey Afrika ve Endülüs’te yaşayanların hac farizasını yerine getirmek için yaptıkları yolculuk aynı zamanda İslami ilimlerin geliştiği topraklara yapılan bir seferdir. Medine bu yolculuğun güzergahı üzerinde bulunan en önemli ilim merkezi iken Irak hac yolu üzerinde bulunmadığı için Kuzey Afrika ve Endülüs bölgelerini etkilememiştir. Öte yandan gerek Kuzey Afrika ve Endülüs’te gerekse Arap yarımadasında yaşayan toplulukların umumiyetle İbn Haldun’un tasvir eiği çerçevede bir bedevi hayat tarzı içinde olmaları aynı fıkıh mezhebini benimsemelerine zemin teşkil etmiştir. İbn Haldun’un bu açıklamasına itiraz eden M. Ebu Zehre ve H. Mansur gibi bazı çağdaş müellifler, bir yandan Kuzey Afrika ve Endülüs’ten ilim tahsili için yalnızca Hicaz’a gidilmediğini, Maliki tabakatları tarafından da teyit edildiği üzere birçok kişinin Irak’a seyahatler yaptığını vurgularken diğer yandan söz konusu coğrafyaların yüksek medeniyet seviyesine sahip toplulukları ve yerleşim birimlerini barındırdığını hatırlatmaktadır (Malik, s. 360-365; The Maliki School of Law, s. 46-48). Bu müelliflere göre İbn Haldun’un söz konusu teorisi, birer ilim ve medeniyet merkezi olan Mısır ve Irak’ta Malikiliğin neden yayıldığını açıklamakta yetersizdir. Bu tenkitlerde haklılık payı bulunsa da İbn Haldun’un açıklaması ana hatlarıyla gücünü korumakta, belki iki noktayı hatırlatarak bu açıklamaya katkıda bulunmak gerekmektedir. Mezhebin yayılmasında fakihlerin fıkıh ilminin geliştirildiği merkezlerle irtibatı önemli bir rol oynamıştır. İmam Malik’in ders halkasındaki en büyük kitleyi ise İslam dünyasının batısından gelmiş talebeler teşkil etmekteydi. Öte yandan Malik ve halkasının bu coğrafyalardaki bazı siyasi hareketlerle ilişkileri göz önüne alınması gereken bir başka husustur. Nitekim Batı İslam dünyasına yerleşen bazı siyasi hareketlerle Abbasi iktidarına muhalefet paydasında birleşen İmam Malik’in Kayrevan şehriyle, Endülüs Emevileri ve Mağrib’deki İdrisi hanedanı ile irtibatı olduğu kaydedilmektedir. Endülüs’te ve Kuzey Afrika’da Maliki fakihlerinin kaza sistemine hakim olması, Maliki mezhebinin yayılmasının sebeplerinden ziyade sonuçlarından biri olarak kabul edilmelidir. Maliki mezhebinden önce İfrikıye ve Endülüs’te hangi fıkıh mezhebinin hakim olduğu birçok müellifin üzerinde durduğu bir başka tartışma noktasıdır. Bu mezhepten önce İfrikıye’de Hanefi mezhebinin, Endülüs’te Evzai mezhebinin hakim olduğuna dair sayıları hayli fazla olan kayıtlara ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Mezheplerin ortaya çıkışından önce İslam dünyasının diğer bölgelerindeki durum bu iki bölge için de geçerlidir.

1. Erken Dönem

Hicri V. (XI.) yüzyıla kadar, yani Murabıtlar Devleti’nin Kuzey Afrika ve Endülüs’te hakimiyetini kurmasına kadar geçen zaman dilimi mezhebin yayılışı ve tatbiki hakkında erken dönem olarak adlandırılabilir. Mısır’da gelişen Maliki mezhebi İmam Malik hayaa iken önce İfrikıye’ye ve hemen ardından Endülüs’e ulaşmıştır. el-Muvattaı Kuzey Afrika’ya ilk defa getiren kişinin Ali b. Ziyad olduğu, Kayrevan’a ise Maliki mezhebini ilk defa İbn Ganim el-Kadi’nin tanıığı kaydedilmektedir. Malikiliğin yayılışında en büyük pay sahibi Behlul b. Raşid, Esed b. Furat, İbn Ferruh ve yirmi yıl kadar (787-806) İfrikıye kadılığı yapan İbn Ganim gibi Malik’in Kayrevanlı talebeleriyle Malik’e ulaşamayan Sahnun’dur. Mısır’da İbnü’l-Kasım’dan Maliki fıkhı tahsil eden Sahnun’un 191’de (807) İfrikıye’ye dönmesi ve 234’te (848-49) Ağlebiler tarafından kadı olarak tayin edilmesi yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Altı yıl kadılık yapan Sahnun’un Kayrevan’daki faaliyetleri, Yahya b. Yahya’nın Endülüs’te ve Ebu Yusuf’un Bağdat’taki çalışmaları ile mukayese edilebilecek boyuadır. İfrikıye’deki en geniş talebe halkasına sahip olduğu söylenen Sahnun’un vefatından sonra talebeleri de bir süre kadı olarak görev yapmışlardır. Ağlebiler’in hakimiyeti altında Harici hareketleriyle mücadele eden Maliki çevreleri, yeni bir güç olarak bu bölgeye yayılmaya çalışan Fatımiler’le uğraşmakta olan Harici Rüstemiler’in hakimiyetinde fıkıh eğitimine Tahert’te ulucami dışındaki mekanlarda devam edebilmişlerdir. Fatımiler, hakimiyetlerinin ilk yıllarından itibaren Maliki fakihleri üzerinde baskı ve yıldırma siyaseti gütmüşler, Malikiliğin özellikle şehir merkezlerindeki tatbikatını ortadan kaldırmayı bir devlet politikası haline getirmişlerdir dunyadinleri.com. Maliki fakihlerinin Fatımiler’e karşı aktif muhalefetleri onları bu devlete karşı olan diğer siyasi hareketleri, özellikle Hariciler’i desteklemeye sevkeder. 333’teki (944) büyük İbazi ayaklanmasına aralarında İbn Ebu Zeyd el-Kayrevani’nin de bulunduğu birçok Maliki fakihi katılmıştır. Kuzey Afrika tarihi üzerinde derin etkileri olan bu isyanın başarısızlıkla sonuçlanması özellikle Kayrevan’da Maliki mezhebinin iyice zayıflamasına yol açmıştır. Fatımi idaresi altındaki Malikiler direnişlerini pasif olarak sürdürmüş, Fatımi kadılarına başvurmamış ve mümkün olduğunca vergi ödemekten kaçınmıştır. Fatımiler’in 358’de (969) Mısır’ı ele geçirmelerinin ardından devlet merkezlerini yeni kurdukları Kahire’ye taşımalarında İfrikıye ve batısındaki Maliki direnişinin etkisi büyüktür. Fatımi iktidarının merkezi Mısır’a taşındıktan sonra bu devlet adına İfrikıye ve Doğu Cezayir’i yöneten Ziriler hanedanının ilk üç hükümdarı zamanında Maliki kitleleri Şii varlığına ve müesseselerine karşı saldırıda bulunmuş ve Ziri ordusu ile birçok defa karşı karşıya gelmiştir. Bir asra yakın süre devam eden Maliki muhalefeti, gizlice bir Maliki olarak yetiştirildiği rivayet edilen Ziri Hükümdarı Muiz b. Badis’in 440’ta (1049) Fatımiler’le ilişkisini keserek Maliki mezhebinin uygulanacağını ilan etmesiyle sonuçlanmıştır. Makrizi, İfrikıye’de Malikiliğin yeniden güçlenmesinin en büyük amili olarak Muiz b. Badis’i göstermektedir (el-Ħıtat, II, 333-334). Böylece Sahnun’dan yaklaşık iki asır sonra Maliki mezhebi yeniden adliye teşkilatına hakim olmuş ve siyasi iktidar tarafından tanınmıştır.

Sicilya’ya Maliki mezhebi önce Esed b. Furat ile, ardından Sahnun’un bazı talebeleriyle girer. Kayrevan Maliki çevresine dahil kabul edilen Sicilya Malikiliği, İbn Yunus es-Sıkılli ve Berazii gibi fakihlerin katkısıyla IV. (X.) yüzyıldan itibaren Maliki fıkhının tedris edildiği önemli merkezlerden biri haline gelmiştir. Sicilya Normanlar’ın eline geçtikten sonra da Maliki mezhebi bu adada kalan müslümanlar arasında hakim mezhep olarak varlığını bir süre devam eirmiştir.

Mağrib’de İslam’ın yayılışının belirgin bir hız kazandığı İdrisiler zamanında Maliki mezhebi hem idareciler hem de halk katında yayılmaya başlar. İdrisi hanedanı ile Maliki mezhebinin yakın ilişkisinin tarihi İmam Malik’e kadar uzanmaktadır. Endülüs’te 189’da (805) patlak veren Rabaz isyanı sonucu aralarında birçok Maliki fakihinin de bulunduğu binlerce Maliki ailesinin Fas şehrine göç etmesi Maliki mezhebinin Mağrib’de yayılmasına büyük ivme kazandırmıştır. Bu hadisenin ardından inşa edilen Camiu’l-Karaviyyin (245/859), Maliki mezhebinin Kayrevan’dan sonra Kuzey Afrika’daki ikinci büyük merkezi olmuştur dunyadinleri.com. Maliki mezhebinin Mağrib’e giriş tarihi olarak müelliflerin bir kısmı el-Muvattaın II. İdris’in iktidarda olduğu 188’de (804) gelişini, diğer bir kısmı ise yaklaşık bir asır sonra el-Müdevvene’nin Derras b. İsmail el-Fasi vasıtasıyla gelişini esas almaktadır. İdrisiler’in Maliki mezhebini fetva ve kazanın kaynağı olarak kabul eden istikrarlı bir siyasete sahip olup olmadıkları tartışılmaktaysa da ardından gelen Zenatiler döneminde Malikiliğin hakim mezhep olduğu kabul edilmektedir.

Malik daha hayaa iken Kurtuba’da yayılmaya başlayan Maliki fıkhının Endülüs’te ilk defa Kurtubalı Şebtun tarafından tanıtıldığı, el-Muvattaı ilk defa getiren kişinin ise Gazi b. Kays olduğu ifade edilir. İlk Endülüs Emevi sultanları ile İmam Malik arasında özel bir bağ olduğunu ima eden kayıtlar bulunmaktadır. Aynı dönemde ilim tahsili için doğuya yolculuk yapanların Malik’in halkasına teveccühü artmıştır. I. Abdurrahman’ın Endülüs halkını Malik’in fıkhi görüşlerini uygulamaya teşvik etmesi ve oğlu I. Hişam’ın Maliki mezhebinin kaza ve fetvada esas alınmasına yönelik tercihte bulunması Maliki mezhebinin yayılması açısından önemli hadiseler arasındadır. Bu dönemin kilit gelişmesi olarak Yahya b. Yahya el-Leysi’nin kadılığa tayini gösterilmektedir. İbnü’l-Kasım’ın talebesi olan ve Maliki fıkhının Endülüs’teki adliye teşkilatına hakim olmasında büyük katkısı bulunan Yahya, II. Abdurrahman döneminin en nüfuzlu şahsiyetlerinden biridir. Endülüs Emevileri ile Maliki fakihleri arasındaki bu yakınlık I. Hakem döneminde bozulmuş ve Maliki fakihleri Hakem’e muhtelif tarihlerde baş kaldırmış olsalar da Maliki mezhebi devlet mekanizmasındaki nüfuzunu ve adliye sahasındaki hakimiyetini kaybetmemiştir.

2. Murabıtlar ve Muvahhidler Dönemi

Murabıtlar ve ardından gelen Muvahhidler, Maliki mezhebi hakkındaki farklı tasavvurların birbiri ardınca hakim olmasını sağlayan dönemleri temsil etmektedir. Batı Sudan’daki kabileleri irşad hedefiyle ortaya çıkan ve Kuzey Afrika ile Endülüs’ü ele geçiren Murabıtlar hareketi, Maliki fıkhının mutlak anlamda hakim olduğu ve Maliki fakihlerinin yalnız adliye sahasında değil idari mekanizmada da yer aldığı bir düzen kurmuştur. Temeli bir Maliki fakihi tarafından atılan Murabıtlar hareketi, o döneme kadar gelişen Maliki füru literatürüne bağlılığın yanı sıra Gazzali gibi bazı Eş‘ari alimlerine karşı yürüüğü şiddetli muhalefetle de tanınmaktadır. Bu muhalefetin ardında belirli kelam görüşlerine itirazdan ziyade İslami ilimlerin doğu topraklarında gösterdiği gelişmelere karşı bir tepkinin yaığı söylenebilir. Bu dönemde İĥyaü ulumi’d-din’i okumayı, haa bulundurmayı bile yasaklayan Murabıt devlet adamlarının bu siyasetlerini destekleyici mahiyee Maliki fetvaları bulunmaktadır. Gazzali’nin eserlerine sert tepkilerin oluştuğu sırada Bağdat’ta önde gelen Eş‘ari-Şafii kelam ve fıkıh usulü alimlerinin talebesi olan İbn Tumert’in Mağrib’e dönüşü, yalnız Murabıtlar’ın sonunu getiren ve Muvahhidler’in kuruluşunu hazırlayan siyasi gelişmeler için değil Maliki mezhebi için de bir dönüm noktası olmuştur. Muvahhidler, Murabıtlar tarafından benimsendiğini iddia eikleri Mücessime’ye yakın anlayış yerine Eş‘ari kelamını ve Maliki füru fıkıh metinlerine aşırı bağlılık yerine Kur’an, sünnet ve ictihad kavramlarını öne çıkarmıştır dunyadinleri.com. Bazı müellifler tarafından Selefi yahut zahiri olarak nitelense de eserleri göz önüne alındığında İbn Tumert’in çalışmalarının Maliki mezhebi çerçevesinde kaldığı görülür. Murabıtlar’ın Maliki fıkhı hakkındaki tavır ve uygulamaları Muvahhidler Devleti’nin erken dönemine neredeyse tam tersi olarak yansımıştır. Murabıtlar’a bir tepki olarak ilk Muvahhid sultanı Abdülmü’min el-Kumi, o dönemde Maliki fakihlerince geliştirilen ümmehat merkezli fıkıh yerine Kur’an, Sünnet ve İbn Tumert’in görüşlerinin öğretilmesini teşvik etmiştir. Muvahhidler’in üçüncü sultanı Ebu Yusuf el-Mansur ise Maliki füru eserlerinin toplatılıp yakılmasını emretmiştir. Merraküşi, Fas’ta fıkıh kitaplarının yığınlar halinde toplanıp yakıldığını anlatmaktadır. Fakat bu politika daha fazla devam etmemiş, Ebü’l-Ala el-Me’mun, yeniden ümmehat merkezli Maliki füru fıkhının uygulanması yönünde ferman çıkarmıştır. Muvahhidler’in yıkılışına kadar geçen dönemde siyasi oluşumlar aynı zamanda Maliki mezhebine yönelik belirli tavırları içermiştir. Muvahhidler Devleti’nin sona ermesiyle birlikte Maliki mezhebi Kuzey Afrika ve Endülüs’teki yegane hakim mezhep olarak günümüze kadar gelmiş, başka bir mezhep veya hareket tarafından hakimiyeti tehdit edilmemiştir.

3. Muvahhidler Sonrası Kuzey Afrika ve Endülüs

Meriniler ve Sadiler’le Aleviler’in (Filaliler) ilk dönemini kapsayan zaman dilimi içinde Maliki mezhebi büyük ölçüde siyasi otoritenin müdahalesine maruz kalmamıştır. Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan Maliki toplulukları ise daima Maliki kadı ve müftülere sahip olmuştur. Dehlevilik ve Vehhabilik gibi XI (XVII) ve XII. (XVIII.) yüzyıllarda İslam dünyasının diğer bölgelerinde görülen ıslah hareketlerine paralel olarak Aleviler Devleti’nde Maliki fıkhı yeniden bir tenkide tabi tutulmuş, özellikle III. Muhammed zamanında devlet Maliki fakihleri tarafından yürütülen kaza ve iftanın işleyişinin yanı sıra Maliki fıkıh eğitimine de müdahale etmiştir. 1203’te (1788) III. Muhammed tarafından çıkarılan ferman hangi Maliki fıkıh kitaplarının okutulacağını belirlemiş ve kelam, felsefe, tasavvuf eğitiminin cami ve diğer halka açık yerlerde verilmesini yasaklamıştır. Söz konusu düzenlemede bir yandan VII. (XIII.) yüzyıldan, yani İbnü’l-Hacib’den önce kaleme alınmış Maliki fıkıh eserlerinin okutulmasının teşvik edilmesi, diğer yandan bazı ilim dallarına ve eserlerine sınırlamalar getirilmesi, bu gelişmenin hem Maliki tarihi içinde var olan muhtasarlara karşı muhalefet geleneğinin bir neticesi olduğuna hem de dönemin ıslah hareketleriyle bağlantısı bulunduğuna işaret etmektedir.

Üst Resim : Kutubiyye Camii Marakeş/ Fas



Yazar Hakkında

  • @Dünya Dinleri

    @Dünya Dinleri

    Bırakın Fikirleriniz Özgür Kalsın ! https://www.alternatifforum.org

    Dunyadinleri.Com Yöneticisi